ANA SAYFADHBTDHBT YAZIFıkıhİLMİHAL ÖZET

EHLİ SÜNNETTE RIZIK ANLAYIŞI 4

İslâm âlimleri bütün canlıların rızkını Allah’ın verdiği noktasında ittifak etmiştir. Ancak kullara ait kötü fiillerin gerçekleşmesine ilâhî kudret ve iradenin tesiri meselesi, kulların yararına olan şeyleri yaratmanın Cenâb-ı Hak için gerekli olup olmadığı konularıyla ilgili olarak kelâm âlimleri rızık mevzuunda bazı farklı görüşler ortaya koymuş ve kendilerine has rızık tanımları yapmıştır. Ehl-i sünnet âlimleri, insanların irâdî fiillerinin görünüşte kendi arzu ve teşebbüsleri sonunda meydana geldiğini kabul etmekle birlikte bu fiillerin her şeyin yaratıcısı olan Allah’ın iradesi sayesinde vücut bulduğunu söyler; bu sebeple de rızkı “Cenâb-ı Hakk’ın hayatlarını sürdürebilmeleri için canlılara verdiği her türlü imkân” şeklinde tarif ederler. Bu tanıma göre gayri meşrû yollardan elde edilen imkânlar da rızık kavramı içinde mütalaa edilir. Mu‘tezile âlimleri ise ilâhî irade ile insanların gayri meşrû fiilleri arasındaki ilişkiyi reddettiğinden rızkı “kişinin hayatiyetini sürdürmek için mâlik olduğu şey” veya “kişinin faydalanmaktan men edilmediği imkânlar” diye tarif ederler. Birinci tarifte yer alan “mülkiyet” kavramı “elde edilmesine Allah’ın izin verdiği şey” anlamına gelir. Mu‘tezile’nin tariflerine göre haram kazanç rızık kavramı içinde yer almaz (Tehânevî, I, 858). Rızık kelimesi daha çok yiyecek ve içecek için kullanılırsa da yapılan tanımlarda Allah’ın verdiği bütün nimetler kastedilmiştir. Kelime bütün canlıları kapsamakla birlikte kelâm ilminde sorumlu olması çerçevesinde insanla ilişkilendirilerek incelenir.
Ebû Mansûr el-Mâtürîdî ve Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî’den itibaren Sünnî âlimleri, haram yollarla da olsa insanın eline geçirdiği her şeyi Allah’ın verdiği rızık kavramı içinde mütalaa etmiştir. Aksi takdirde haram yiyen ve hayatı boyunca haramla geçinen kimselerin Allah’tan başkası tarafından rızıklandırılması gibi bir sonuç ortaya çıkar. Bu ise bütün canlıların rızkının Allah tarafından verildiğini ifade eden ilâhî beyanlarla bağdaşmaz. Mu‘tezile âlimlerinin bu konuda gösterdiği titizlik -kader, ef‘âl-i ibâd, vücûb alellah vb. meselelerde olduğu gibi- başka problemlerin ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Mâtürîdî’nin de belirttiği gibi insanların işlediği kötü fiillerin ilâhî kudret, irade ve bunların neticesi olan “halk” sıfatlarının dışına çıkarılması ulûhiyyetle bağdaşmaz (Kitâbü’t-Tevĥîd, Fihrisü’l-mustalahât, “fi’l”, “şer” md.leri; Te’vîlâtü’l-Ķur’ân, Fihrisü’l-mustalahât, “ef’âlü’l-’ibâd” md.). 25