DÖRT MESHEBE GÖRE İSTİNCÂ BAHSİ
İSTİNCÂ BAHSİ
İstincâ’nın Tanımı:
İstincâ, önden ve arkadan çıkan pislikleri gidermek ve bunların çıkış yerlerini su, taş ve benzeri şeylerle temizlemektir. İstincâ kelimesinin yerine bazan “istitâbe”’veya “isticmar” kelimeleri de kullanılmaktadır. Ancak isticmar, sadece taşlarla yapılan temizliğe özgü bir terimdir. Bu kelime arapçada, küçük çakıl taşları anlamına gelen ‘cimar’ dan türemiştir. İstitâbe denmesi ise, kişi pisliklerden temizlenince gönlü ferah olup müsterih olduğundan ötürüdür. İstincâ demesi de şu sebepten ileri gelmektedir: İstincâ, “Necevtü’ş-şecerete”, yani “ağacı kestim” cümlesindeki “necevtü” fiilinin südâsî mezîdlerinden olan “istif’al” babının masdandır. Kesmek, yani necaseti kesmek anlamını ifade etmektedir. İstincânm suyla yapılması asıldır. Bizden önceki ümmetlerde istincâ, sadece suyla yapılırdı. Rivayet olunur ki suyla ilk istincâyı yapan, Hz. İbrahim (a.s.) dır. Ama İslâm dîni bir kolaylık ve müsâhama eseri olarak istincânm taşla ve benzeri, mak’ada zarar vermeyecek diğer şeylerle de yanılmasına ruhsat vermiştir.68 Hükmü: Anlattığımız mânâda istincâ farzdır..
Hanefiler dediler ki: İstincâ veya onun yerine geçen isticmar, kadınlar ve erkekler için müekked bir sünnettir. Müekked sünnetin özelliği gereği, istincâ yapmayan, kuvvetli görüşe göre kerahete girmiş olur. Necaset, çıkış deliğinin etrafına yayilmadıkça istincânm su, küçük taş ve benzeri şeylerle yapılması müekked sünnettir. Çıkış yerinden maksat, Hanefîlere göre insan ayakta durduğunda oturağın (mak’adın) kapanıp görünmeyen deliği ile penisin ucundaki deliktir. Bu çıkış yerlerinden çıkan pisliğin alışılagelen dışkı ve idrar gibi bir pislik olmasıyla kan ve irin gibi alışılagelmeyen bir pislik olması arasında fark yoktur. Bu pislikler, sözü edilen çıkış delikleriyle oturağın dışına yayılacak olurlarsa durumu değerlendirmek gerekir. Yayılan necaset, bir dirhemin genişliğinden daha fazla ise bu pisliği yalnız su ile gidermek farz olur. Bu durum artık istincâyı değil de necaseti giderme konusunu ilgilendirmektedir. Necasetin giderilmesi için de su kullanmak gereklidir; farzdır. Yine aynı şekilde penisin baş tarafına sidik yayılır ve bu sidik bir dirhem miktarından daha fazla olursa suyla temizlenmesi farz olur. Taşla temizlemekle yetinilmemelidir. Sahîh olan görüş budur. Sünnet edilmemiş bir penisin başındaki kılıfa da bulaşan sidik bir dirhem miktarından fazla olursa suyla yıkanması farz olur. Taşla temizlemek yeterli olmaz.
Bu görüş, İmam Âzam ile Ebû 67 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 106-119. 68 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 119. Yûsuf’a göredir.
İmam Muhammed’e göre ise, çıkış deliğinin dışına yayılan necaset bir dirhem miktarından az da olsa çok da olsa yıkamlması vâcib olur. Bunu yaparken çıkış deliğinin tam üzerinde bulunan pislikleri yıkamanın da vâcib olduğunu söylemeye gerek yoktur. Çünkü etrafa yayılan pislik, çıkış deliğinin tam üstündeki pislikten yayılmıştır. Her ne kadar İmam Âzam ile Ebû Yûsuf’un görüşleri esas olarak alınıyorsa da, İmam Muhammed’in bu görüşü ihtiyata daha yakındır. Suyun bol olduğu mıntıkalarda ihtiyata uymak için pisliği suyla yıkayıp temizlemek gerekir. Pislikler ve pis kokular ancak su ile temizlenip giderilebilir. Çöl gibi suyun kıt olduğu yerlerdeyse İmam Âzam ile Ebû Yûsuf’un görüşlerine uyulacağı açıktır. Su bulunmasına rağmen kullanılması bazı sebeblerden ötürü imkânsızlaşıyorsa da bu görüşe uymak gerekir. Özetle Hanefîlerin bu konudaki görüşlerinin şu noktalarda toplanmakta olduğunu söyleyebiliriz: Çıkış deliğinin üzerinde bulunan dışkı ve idrar gibi alışılagelmiş pisliklerle mezî,vedî ve kan gibi alışılagelmemiş pisliklerin su veya başka şeyle giderilmesi müekked sünnettir. Ki buna istincâ, isticmar veya istitâbe denmektedir. Çıkış deliğinin etrafına yayılan pislikleri gidermekse farzdır. Ki buna istincâ değil de, necasetin giderilmesi denir. Bu necasetin miktarı bir dirhemden fazla olunca suyla giderilmesi şart mıdır, değil midir? Bu hususta İmam Muhammed ile İmam Âzam ve Ebû Yûsuf arasında görüş ayrılığı mevcuddur. İmam Muhammed der ki: Çıkış deliğinin dışına yayılan pislik bir dirhenı miktarından az olsa bile suyla yıkanılmahdır. İmam Âzam ile Ebû Yûsuf der ki: Bu pislik, bir dirhem miktarını aşmayınca suyla yıkamlması vâcib olmaz. İstibrâ dışında kadınla erkek aynı hükümlere tabidirler. İstibrâ, çıkış mahallinde sidik veya dışkı kalıntısının bulunmadığına galip bir zanla kanâat getirmektir. Bu anlamda istibrâ, kadına vâcib değildir.
Ancak dışkı veya idrarını tamamladıktan sonra az bir zaman beklemeli, bilâhare istincâ veya isticmar yapmalı veya her ikisini bir arada yapmalıdır. Bir kişi isticmar yaptıktan sonra çıkış yerinde necasetin eseri kalır da terledikten sonra o eser, çamaşırına bulaşacak olursa; bulaşık miktarı bir dirhemden fazla olsa bile çamaşır necis olmaz. Ama isticmar yapan kişinin çıkış deliğinde pislik eseri kalır da o kişi, az miktardaki bir suyun meselâ küçük bir su kabının içine oturursa oturduğu suyu ve kabı necis eder. Bunu söylemekle istincâmn, yani sadece çıkış deliğinin üzerindeki pisliği gidermenin farz değil de sünnet olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü çıkış deliğinin etrafına yayılma olduğunda bu, istincâ olmaktan çıkıp necaseti giderme hükümlerine tâbi olur. Yalnızca küçük abdest yapılıp sidik, penis deliğinin etrafına yayılmadığı takdirde istincâ yapmak müstehab olur. Ama sidik, penis deliğinin etrafına yayılacak olursa bu durumda yapılacak olan istincâ değil de necaseti gidermektir. Sırf yellenmekten ötürü istincâ yapmaksa bid’attir. Katı necasetlerde dirhem miktarı, yirmi kırattır. Sıvı necâsetlerdeyse dirhem miktarı, avuç dibinin dolusu kadar olmasıdır. Bir kırat, kabuğu olmayan beş arpa tanesi ağırlığına mukabildir. Ayrıca bir kırat, orta yollu bir keçiboynuzu meyvesinin bir çekirdeğinin ağırlığına da mukabildir. Yine bu çekirdeklerden her biri beldemizdeki buğday tanelerinden dört tanesinin ağırlığına denk gelir. Sonuç olarak da bir dirhem, keçiboynuzu meyvesinin çekirdeklerinden onaltı tanesi kadar bir ağırlıktır. Bu anlatılanlardan sonra kişi, bir dirhemin miktarını yaklaşık olarak takdir edebilir. Tabiî takdir ederken de ihtiyatı elden bırakmamalıdır.
Malikiler dediler ki: İstincâda aslolan mendubluktur. Def-i hacette bulunan kişinin, çıkış deliğinin üzerindeki pisliği suyla olsun taşla olsun gidermesi mendubtur. Ancak suyla giderilmesi birkaç durumda vâcib olur: 1. Bakire olsun olmasın bir kadın, oturarak küçük abdest yaptığında tenasül organından çıkan şeyi suyla yıkaması vâcib olur. Çıkan bu pislik, çıktığı deliğin etrafına tassa da taşmasa da hüküm aynıdır. Suyla giderilmesi vâcibtir. Yalnız küçük abdesti hergün en az bir defa tenasül organının dışına yayılıyorsa bu, sidik akıntısı olan özürlü kimselerin durumuna benzer. Ki bu durumda bulunan kadınlar, suyla yıkamaktan muaf tutulurlar. 2. Önden veya arkadan çıkan pisliğin aşırı derecede etrafa yayılması durumunda da suyla yıkamak vâcib olur. Normalin dışındaki bu yayılmanın ölçüsünü şöyle tesbit edebiliriz: Büyük abdest yapıldığında dışkının butlara kadar yayılması aşırı derecede bir yayılmadır. Küçük abdest yapıldığında ise sidiğin, penisin baş tarafındaki sünnet yerini tamamıyla kaplaması aşırı derecede bir yayılmadır. Bu durumda organın tümünü suyla yıkamak vâcib olur. Sadece pislik yayılan yeri yıkamak yeterli olmaz. 3. Alışılagelmiş lezzetiyle penisten mezînin çıkması durumunda da temizlenmeye niyet edilerek penisin tümünü yıkamak vâcib olur. Ama niyet etmeden yıkayacak olursa mûtemed olan görüşe göre namazı sahîh olur. Niyet ederek penisin bir kısmını yıkayacak olursa bazıları namazı sahîh olur dt..niş, bazıları da sahîh olmaz demişlerdir. 4. Cünüplükten ötürü gusül îcâbeden hâllerde menînin çıkması. Bunun iki şekli vardır: a. Bu durumdaki kişi, gusle yetecek kadar suyun bulunmadığı bir yerde olursa gusül yerine teyemmüm eder. Ancak penisinin üzerindeki meniyi suyla yıkayıp temizler. Penisin tamamını suyla yıkamaya gerek yoktur. Gusül yapmak zararlı olur korkusundaki hasta adam da aynı hükme tâbi olup penisinin üzerindeki meniyi suyla yıkar ve sonra da teyemmüm eder. b. Akıntı hâlinda,menmin bir defa bile olsa hergün sızıntı hâlinde akması. Bu durumdaki kişi, mazur sayılıp meninin necasetinden muaf tutulur.
Ne suyla ve ne de taşla istincâ yapması gerekmez. Bu şartların tahakkuku durumunda birinci şıkta da aynı hüküm uygulanır.
- Hayız ve nifas hâlinin sona ermesi anındaki kadının ayrıca gusül yapmasına engel bir mazeretinin doğması durumunda sadece tenasül organını suyla yıkaması ve gusül yerine teyemmüm etmesi gerekir. Yeterli su yoksa, suyla istincâsı da vâcib olmaz. Su varken sadece çakıl taşlarıyla istincâ yapması yeterli olmaz. Yellenmeden ötürü istincâ yapmak da mekruhtur. Nâdir olarak da olsa kan, vedî, mezî gibi önden veya arkadan çıkan her türlü necis şeylerden ötürü de istincâ yapmak zorunludur. Ayrıca çıkmakta olan bu pisliklerin, istincâdan önce kesilmiş olmaları gereklidir. Aksi takdirde yapılan istincâ geçersizdir, bâtıl olur. (Hanbelî ve Şâfiîler bu görüştedirler.)Kazây-ı Hacetin Âdabı Bilindiği gibi şeriat koyucu, kazây-ı hacetle ilgili olarak bazı hükümler koymuştur. Ki bunların bir kısmı, bu pisliklerin çıkış yerlerinin temizlenmesine ilişkindir. Suyla yapıldığında bu temizlenmeye “istincâ”, sudan başka taş ve benzeri şeylerle yapıldığında da “isticmâr” adı verilmektedir. İstincâyla ilgili hükümleri her mezhebe göre ayrı ayrı anlattık. Böylece geriye, kazây-ı hacetle ilgili davranışların usûl ve erkânını anlatmak kalmış oluyor. Bu arada bir kısım insanların bu konuyla ilgili olarak ortaya attıkları bir itiraza da değinmek istiyorum. Diyorlar ki: “Kazây-ı hacet, insanın pozisyonuna ve içinde bulunduğu kendine özgü ortama bağlı olan tabii hâllerden biridir. Bu işi yaparken bazı şer’i kayıtlara bağlı kalmak, insanı gereksiz bazı zorluklara katlanmaya sürükler.” Bu ve buna benzer itirazları ileri sürenler, her halükârlarında şer’î yükümlülüklerden sıyrılıp kurtulmayı amaçlamaktadırlar. Yoksa şeriat sahibinin hayız hâli ve cinsel ilişkilere ilişkin koymuş olduğu hükümlerle bu hükümler arasında bir fark olduğunu mu iddia ediyorlar? Bizler için ne güzel bir mutluluk vesilesidir ki, İslâmiyet’in bütün bu konularla ilgili vaz’etmiş olduğu hükümlerin hepsi de akla, sağlık kurallarına ve sosyal düzenin gerekli kıldığı temizlik prensiplerine tam tamına uymaktadır. Bizler burada İslâm dîninin vaz’etmiş olduğu hükümlerin se beb ve illetlerini her ne kadar araşttrmıyorsak da bilinmelidir ki bunlar, sadece insanın kendisini ilgilendiren özel hükümlerdir. Ve acizlik halleri dışında insanın yapmaktan kaçınamıyaeağı ibâdetlerdir. Bütün bunlara rağmen yine de İslâmiyet akla uygun olan şeylerin tümünü kabullenmiş ve insanların sosyal durumlarıyla sağlıklarına uygun ibâdetleri onlara görev olarak yüklemiştir. Bütün bunlardan sonra kim kalkıp da, “dışkı ve idrardan ötürü temizlenmek gereksizdir” veya, “kazây-ı hacetle ilgili usûl ve erkâna uymak faydasızdır” diyebilir? İslâm dininin hükümlerinin tümü, toplumun yararınadır; insanlar için ilâhî bir ihsandır. Bu kayıtların tümü, insanların yararına olup hiç kimsenin bunlara zarar vermeye de gücü yetmeyecektir. Şimdi de kazây-ı hacetle ilgili olarak konulan hükümlerin tümünü vâcib, haram, mendub ve mekruh sırasına göre ele alacağız. 1. İstincâ esnasında yapılması vâcib olan işler: İstincâ esnasında istibrâ yapmak vâcibtir. İstibrâ: Ön veya arka çıkış yerlerinde sidik veya dışkının kalan artığını çıkarmak ve çıkış yerlerinde artık olarak hiç bir şeyin kalmadığına kuvvetli zanla karar vermektir. Bazı insaniar, penisin içinde artakalan sidik birikintisini bir iki adımlık yürüyüşle veya ayağa kalkmakla veyahut da kendine özgü bir takım hareketlerle dışarı atmayı âdet edinmişlerdir.
İstincâ yapmak isteyen kişinin istibrâ yapması 69 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 119-122. Gerekir.
Sidik sızıntısının kesildiğine karar vermedikçe abdest alması caiz olmaz. Bu durumda abdest alır da bir damla sidik damlarsa abdestinin bir faydası olmayıp boşa gider. Penisin içinde kaldığını tahmin ettiği sidik birikintisini çıkarıp geriye hiç bir sızıntı ve birikinti kalmadığına kuvvetli zanla karar verdikten sonra abdest alması gerekir. Bu, ittifakla vâcibtir. Bazıları demişlerdir ki: Pisliğin çıkış yerinde bir miktar birikinti kaldığına kuvvetli zanla karar verilmedikçe istibrâ yapmak vâcib olmaz.
Bazılarıyla çıkış mahallinde bir miktar birikinti kalmadığına kanaat getirebilmek için istibrâ yapmak vâcibtir demişlerdir. Şâfiîler: Pisliğin çıkış yerinde bir miktar birikinti kaldığına kuvvetli zanla karar verilmedikçe istibrâ yapmak vâcib olmaz diyenler sadece Şafiîlerdir. 2. Kazây-ı hacet yapılması haram olan yerler: Mezarların üzerinde kazây-ı hacette bulunmak haramdır. Bunun haramlık sebebi gayet açıktır. Hanefîler: Mezarlar üstünde kazây-ı hacette bulunmak tahrîmen mekruhtur demişlerdir. Her halükârda bunu yapanın günahkâr olacağı hususunda diğerleriyle görüş birliği etmişlerdir. Ancak diğer mezhebler bu günâhın şiddetli bir günâh olduğunu da kaydetmişlerdir. Ve bunun sebebi de yukarıda anlatılmıştır. Mezarlıklar, ibret ve nasihat alma yerleridir. İnsanların avret mahallerini açarak bunların üstünü, kendinden çıkan pisliklerle kirletmeleri edebe aykırıdır. Sahîh rivayete göre Peygamber (s.a.s.), âhireti hatırlamaları için, ümmetini kabirleri ziyaret etmeye teşvik etmiştir. İbret ve nasîhat almak için ziyaret edilen yerlerin, büyük veya küçük abdest yeri olarak kullanılmaları ahmaklık ve cahillik değil de nedir? İşte mezarların üzerinde kazayı hacette bulunmak, bu sebebten ötürü yasaklanmıştır. Bu mânâyı kapalı bir şekilde dile getiren hadîslere örnek olarak Müslim’in ve Ebû Dâvûd’un rivayet etmiş oldukları şu hadîs-i şerîfi dikkatlere sunmakta yarar vardır: “Sizden birinizin, yanmakta olan bir ateş közü üzerine oturup da elbisesinin yanması ve sonra da (ateşin), derisine ulaşması, elbette kabir üzerine oturmasından daha hayırlıdır.” 70 Bazı âlimler bu hadîsin, kazây-ı hacet maksadıyla mezar üstüne oturmanın yasak olduğu anlamına geldiğini söylemişlerdir. Ama hadîste buna işaret edecek bir unsur yoktur. Aslında hadîsin ifade etmek istediği husus, vakit geçirmek ve teselli bulmak için mezarların üzerine oturmaktır. Nitekim bazı câhil köylüler de böyle yapmaktadırlar. Bunlar mezarlıklarda güneşlenmekte ve bazı mezarların gölgesinden istifade etmekte, buralarda birbirleriyle tıpkı şehirlilerin lokallerde ve kahvehanelerde yaptıkları gibi çene çalıp sohbette bulunmaktadırlar. Kuşkusuz bu davranışlar, mezarları ziyaret etmekle elde edileceği umulan nasihat, ibret ve haşyete ters düşmektedir. Üstelik bu sebeble mezarlar da pervasızca tahkîr ediliyor. Rasûlullah’ın İbn Mâce tarafından rivayet edilen şu hadîs-i şerîfi konuya ne güzel bir açıklık getirmektedir: “Yanmakta olan bir ateş közünün veya şiddetli derecede sıcak bir yerin üstünde yürümem veya delinen ayakkabımı ayaklarımın derisiyle yamalamam, kabir üstünde yürümemden daha hayırlıdır.” 71 3. Durgun suda kazây-i hacet yapmak caiz değildir. Sahabeden Hz. Câbir (r.a.) in rivayet ettiği bir hadîse göre Peygamber (s.a.s.) Efendimiz; durgun suya idrar yapılmasını yasaklamıştır. Dışkı da idrar gibi bu yasağın kapsamına alınmıştır. Çünkü o daha pis ve dolayısıyla yasağı da daha şiddetlidir. Durgun suya idrar yapma yasağıyla ilgili olarak mezheblerin detaylı görüşleri aşağıya alınmıştır.
Malikiler dediler ki: Az olan durgun suda kazây-ı hacette bulunmak haramdır. Ama büyük bahçelerdeki büyük göllerde ve geniş havuzlarda idrar yapmak haram olmaz. Ancak bu göller ve büyük havuzlar başkasının mülkü olur da kullanılmalarına sahibince izin verilmemiş veya verilmiş de, içine pislenmesine izin verilmemişse, içine idrar yapmak haram olur. Eğer su akar ise, içine idrar yapmak haram değildir. Ancak bu akar su da başkasının olup izin vermemişse veya vakıf suyu ise içine idrar yapması haram olur.
Hanefiler dediler ki: Az miktarda olan durgun suda kazây-ı hacette bulunmak şiddetle haram kılınmıştır. Eğer su çok ise bu, tahrîmen mekruh olur. Eğer su akar ise, içine idrar yapmak tenzîhen 70 Müslim, Cenâiz, 96; Ebû Dâvüd, cenâiz, 73. 71 İbn Mâce, cenâiz, 45. mekruhtur. Su her ne kadar çok olsa da başkasının mülkü olur ve içine idrar yapılmasına izin verilmezse veya bu su vakıf malı ise içine pislemek haramdır.
Hanbeliler dediler ki: Az veya çok, durgun veya akar suda büyük abdest bozmak haramdır. Genişliği ve içine düşen pisliklerin görünmemesi bir tarafa, yolculuk yapıldığında sefer zorlukları göz önüne alınarak denizde büyük abdest bozmak haram olmamaktadır. Durgun suya idrar akıtmak haram değil ama mekruhtur. Az miktardaki akar suya da idrar akıtmak mekruhtur. Çok miktardaki suya idrar akıtmaksa mekruh değildir. Ancak bu suyun vakıf suyu olmaması veya başka birinin özel mülkiyetinde bulunuyorsa sahibinin izin vermiş olması gerekir. Aksi takdîrde bu sularda kazây-ı hacette bulunmak haram olur. Şafiiler dediler ki: Az olsun, çok olsun suda kazây-ı hacette bulunmak haram değildir. Sadece mekruhtur. Ancak bu su, başkasının mülkiyetinde bulunuyor da sahibince kullanımına izin verilmiyorsa veya biriktirilmiş fakat geniş olmayan bir su ise bunda kazây-ı hacette bulunmak haram olur. Yalnız Şâfiîler geceyle gündüz arasında bir ayırım yaparak demişler ki: Durgun olsun akar olsun, gündüzleyin az suda kazây-ı hacet yapmak mekruhtur. Ama geceleyin az da olsa çok da olsa suya idrar yapmak mekruhtur. İslâm fıkhının vaz’etmiş olduğu bu hüküm, ilmin kabullendiği ve selim aklın benimsediği en güzel hükümlerden biridir. Kendisinden yararlanmak İçin hazırlanan suya pislemek, nefretle kınanan çirkin huylardan biridir. Ayrıca bazı salgın hastalıkların da etrafa yayılmalarına neden olur. İslâmiyet’in yüceliklerinden biri de ibâdetlerin, insanların yararına olarak vaz’edilmiş olmalarıdır. 4. Suyun geliş yerlerinde, insanların gelip geçtikleri yerlerde ve gölgelendikleri mevkilerde kazây-ı hacette bulunmak haramdır.
Hanefî ve Şafiiler dediler ki: Bu gibi yerlerde kazây-ı hacette bulunmak mekruhtur. Ancak bu yerler, vakıf malı veya başkasının mülkiyetinde ise haram olur. İnsanların gelip geçmekte oldukları umumî yerlerde, suların geliş yerlerinde ve gölgeliklerde kazây-ı hacette bulunmanın yasak olduğu hususunda mezheb İmamları ittifak etmişlerdir. Ancak Şafiî ve Hane-fîler bu yasağı mekruh olarak; Mâlikî ve Hanbelîlerse haram olarak ifade etmişlerdir. Ancak her iki görüş de bu fiili yapmanın sonucuna göre karar verilmesini kabullenmişlerdir. Meselâ kazây-ı hacet yapmaktan ötürü insanlara şiddetli bir zarar dokunuyor veya genel sağlık durumlarını olumsuz yönde etkiliyorsa bu, icmâ’ ile haram kılınmıştır. Zîrâ insanlara zarar vermek ve onlara eziyette bulunmak kesin ve sert bir biçimde yasaklanmıştır. Mekruh olduğunu söyleyenlerse her hâlde, tuvalet bulunmayan ıssız ve geniş yerlerde kazây-ı hacette bulunmayı kasdetmiş olacaklar. Ki bunun pek şiddetli bir zararı olmasa gerektir. Bu husûsta Müslim ile Ebû Davud’un rivayet etmiş oldukları bir hadîs-i şeriflerinde Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuşlardır: “İki lanet edici şeyden sakının. Dediler ki: “Ya Rasûlallah! Nedir bu iki lanet edici şey?” Buyurdular ki: “İnsanların yollarında veya gölgeliklerinde def-i hacette bulunandır.” 72 Bir kişinin hadîste belirtilen bu iki yerde kazây-i hacette bulunması onun lanetlenmesine sebeb olur.
Çünkü yollarda kazây-ı hacette bulunanlar, sövüp saymalara maruz kalmaktadırlar. Oysaki bu ezâ verici ve tiksindirici işi yapmasalar, bu tür hakaretlere maruz kalmayacaklardır. Bu konudaki bir başka hadîsi de Muaz bin Cebel (r.a.) rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: “Üç lanet yerinden sakınınız: Suların geliş yerleri, yol üzeri ve gölgelikler.” 73 “Lanet yerinden” denmesinin sebebi, buralarda def-i hacette bulunanlara başkasının lanet okuyacağından ötürüdür. 5. Kazây-ı hacette bulunurken kişinin, önünü veya arkasını kıbleye çevirmesi haramdır. 72 Müslim, Taharet, 68; Ebû Dâvûd, Taharet, 14. 73 Ebû Dâvûd, Taharet, 14; İbnMâce, Taharet, 21. Hanefiler dediler ki: Kazây-ı hacet esnasında kıbleye yönelmek veya sırt çevirmek ister bu iş için yapılmış bir bina dahilinde olsun, ister dışarıda olsun tahrîmen mekruhtur. Eğer unutarak bu şekillerden birine göre oturur da sonra hatırlayacak olursa mümkün olduğu kadar başka tarafa yönelmeye çalışmalıdır. Mümkün olursa, yasak yöne doğru yapılmış olan tuvalete oturmamak gerekir. İdrâr yapmak, dışkı yapmak, istincâ ve isticmar yapmanın bu husustaki hükmü aynı olup hepsi de tahrîmen mekruhtur. Bu hususta Hanefîler delil olarak şöyle bir hadîs naklederler: “(Tuvalet için hazırlanmış olan geniş ve) alçak çukura geldiğinizde ne idrar ne de dışkı yapmak için kıbleye yönelmeyin ve de sırtınızı çevirmeyin.”74 Şu anlamda ki bir kişi, idrarını veya dışkısını yaparken yüzünü kıbleye yöneltirse veya arkasını çevirirse günahkâr olur. Doğu veya batıya yönelmesi gerekir. Tabîî def-i haceti dışarıda yapma hâlinde bu hükümler cereyan eder. Tuvalet binası gibi kapalı bir yerde yapıldığında kıbleye yönelmek veya sırt çevirmek haram olmaz. Şâfiîler, Mâlikî ve Hanbelîler bu görüştedirler. Def-i haceti tamamladıktan sonra kıbleye yönelik veya dönük olarak istincâ veya İstİcmar yapmak haram değil, ama mekruhtur. Mâlikîlerle Hanbelîler bu görüştedirler. Şafiiler dediler ki: İstincâ veya isticmar esnasında kıbleye yönelmek veya sırtı çevirmek yasaklanmamıştır. Bu yasak, sadece kazây-ı hacetle ilgilidir. 6. Kazây-ı hacet yapmakta olanın rüzgârın estiği tarafa yönelmesi mekruhtur. Ama idrar yapılırken rüzgârın estiği tarafa yönelik olarak oturmak caiz olmaz.
Çünkü bu durumda idrarının serpintileri, kendisinin üzerine savrulur. Bu hükmün konulmasında, idrarını yapmakta olan kişinin menfaati gözetilmiş olmaktadır. Doğal olarak insanın, elbisenini ve bedenini kirleten şeylerden nefret edip uzak durması gerekir. Şerîat sahibi, insanların menfaatlerini gözetmek ve onları temizliğe teşvik etmek için bu olumsuz davranışları mekruh saymıştır. 7. Kazây-ı hacet yapmakta olan birinin konuşması mekruhtur. Bunu yapmakla konuşmanın değeri küçük düşürülmüş olmakta, Allah’ın, peygamberin adlarını ve diğer kutsal sözleri söyleme olasılığına bile aldırış edilmemektedir. Aslında bu esnada gereksiz yere konuşmak mekruhtur. İhtiyâç duyulduğu takdirde konuşmak mekruh olmaz. Meselâ ibrik veya necaseti kurulamak için bez istemek için konuşma gibi. Bu maksatla konuşmak mekruh olmaz. Bir çocuğu tehlikeye düşmekten veya bir malı telef olmaktan kurtarmak için konuşmak da elzem olduğu gerekçesiyle mekruh olmaz. 8. Kazây-ı hacet yapan, güneşe ve aya doğru yönelmemelidir. Çünkü bunların ikisi, insanlığın istifade ettiği nimetlerden birer nimet ve Allah’ın varlığına delâlet eden birer kanıttırlar. Allah’ın nimetlerine gereken saygıyı göstermek ve kıymetlerini takdîr etmek İslâm Şerîatı’nın kurallarındandır.
Malikiler dediler ki: Kazây-ı hacet yapanın güneşe ve aya doğru yönelmesi tahrîmen mekruh değildir. Ama en iyisi, bunu yapmamaktır. Çünkü yapılması tenzihen mekruhtur. 9. İstincâyı sol elle yapmak mendubtur.
Çünkü yemek yeme ve benzeri işlerde umumiyetle sağ el kullanılmaktadır. Sol eli pisliğe değdirmeden önce parmakları ıslatmak da mendubtur. Bunu yapmakla pislik, parmaklara kuvvetlice yapışmaz. İstincâ bittikten sonra da sol eli, temizleyici bir şeyle yıkamak mendub olur. Necaseti tamamıyla gidermek mümkün olsun diye istincâ esnasında azıcık da istirhâ yapmak mendub olur. Şafiiler dediler ki: îstincâ anında istirhâ, yani kişinin kendini serbest bırakması vâcibtir. Çünkü istincâ yapan ancak bu şekilde kendisinden çıkan pisliği temizleyebilir.
Hanefiler: İstincâ yapan, oruçlu değilse istirhâ yapması mendup olur demişlerdir. Zîrâ oruçluyken alt taraftan içeriye su kaçması orucu bozar. Bir ihtimâl de olsa oruçluyken bunu yapmamak gerekir.75 74 Müslim, Taharet, Bâb: 59; Ahmed b. Hanbel, Mûsned, c. 2, s. 247. 75 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 122-128. İstincâ Ve İsticmarın Sıhhat Şartları Kendisiyle istincâ sahîh olan suda iki şart aranır: 1. Bu, temizleyici bir su olmalıdır. Sadece temiz bir suyla istincâ yapılması sahîh olmaz. Nitekim bu suyla necasetin giderilmesi de sahîh olmaz. Hanefiler dediler ki: Temizleyici suyla istincâ yapmak vâcib değildir. Sadece temiz suyla istincâ yapmak yeterli olur. Evet, temizleyici suyla yapmak daha faziletlidir. Çünkü bu suyun, necaseti giderdiği husûsunda mezhebler arasında görüş birliği mevcudtur. Üzerinde görüş birliğine varılan hükümlere uymak, Hanefîlere göre erdemli bir davranıştır. 2. Su, necaseti giderecek miktarda olmalıdır. Necasetin çıkış yerini tekrar eski temiz hâline getirmeye yetecek kadar olmadığı takdirde bu su kullanılmamalıdır. İstincâ yapan bir kimse önce ön tarafını mı yoksa arka tarafını mı yıkayacaktır? Bu hususta mezheblerin detaylı görüşleri aşağıya alınmıştır.
Malikiler dediler ki: Necaseti giderme ve temizlemede ön tarafa öncelik vermek mendubtur. Ancak elini ıslatıp da oturağı (mak’adı) na değdirdiğinde sidiğinin damlaması âdet hâline gelmişse bu durumda mak’adını öncelikle yıkaması mendub olur. Hanefîler: Bu mevzuda iki görüşleri vardır: Ama müftâbih olanı İmam Âzam’ın görüşüdür. Ki buna göre öncelikle mak’adı yıkamak gerekir. Çünkü arka tarafın pisliği, ön tarafınkine oranla daha tiksindiricidir. Ayrıca otraktaki çıkış deliğini ve etrafını ovarken sidik damlayabilir. Bu durumda ön tarafı önce yıkamanın bir faydası olmaz. Şafiiler dediler ki: Suyla istincâ yapıldığında ilkin ön tarafı yıkamak, taşla isticmar yapıldığında ise ilkin arka tarafı yıkamak mendup olur. Hanbeliler dediler ki: İstincâ veya isticmar yapmak isteyen bir kişi, erkek veya bakire bir kızsa ilkin ön tarafı yıkaması sünnettir. Eğer bakire olmayan bir kadınsa temizliğe dilediği taraftan başlayabilir. Taş ve benzeri maddelere gelince bunlar, su bulunsa bile yine de su yerine geçerler. Ancak istincâda su kullanmak daha faziletlidir. Daha da iyisi, su ile taşlan bir arada kullanmaktır. Sadece taşla isticmar yapılması hususunda mezheblerin tafsilâtlı görüşleri aşağıda anlatılmıştır. Hanefiler dediler ki: İsticmarı toprak, eski bez, taş, kuru çamur parçaları gibi temiz şeylerle yapmak sünnettir. Kemik, hayvan dışkısı ve benzeri gibi, kendileriyle isticmar yapılması yasaklanan şeylerle isticmar yapmak, tahrîmen mekruhtur. Bunlarla isticmar edilmesini Rasûlullah (s.a.s.) yasaklamıştır. İnsan ve hayvan yiyecekleri de böyledir. Şer’an saygın sayılan şeylerle de isticmar etmek tahrîmen mekruhtur. Buhârî ve Müslim’in Sahihlerinde sabit olduğu gibi malı zayi etmek, yasaklanmış bir husustur. Kâfir veya ölü de olsa insan vücudunun bir parçası, üzerine huruf-u mukataa ile yazılmış olsa bile yazılı kağıtlar, yazı yazmaya elverişli boş kâğıtlar şer’an saygın olan şeylerin kapsamına gir.erler. îsticmar etmekle telef olan veya değeri eksilen, mâlî değeri olan şeylerle isticmar etmek mekruhtur. Ama bu vasıftaki bir şeyle isticmar edildikten sonra, bunlar yıkanıp kurulandığı takdîrde eski hâllerine dönerlerse mekruhluk durumu ortadan kalkar. Tuğla, balçık, cam, kömür ve üstü düz kaygan taş ile isticmar etmek mekruhtur. Bu maddelerin kullanılmaları zarar veriyorsa tahrîmen mekruhtur. Çünkü zararlı şeyleri kullanmak caiz değildir. Ama zararlı değilse, necaset yerini tam olarak arındırmadıkları gerekçesiyle kullanılmaları tenzîhen mekruhtur. Başkasının duvarına mak’adını sürerek isticmar etmek tahrîmen mekruhtur. Zira başkasının malına tecâvüz etmek caiz değildir. Ama kendi mülkü olan bir duvarla isticmar etmesinde kerahet yoktur. Kira ile tuttuğu binanın duvarı da kişinin kendi mülkünün duvarı gibidir. Yukarıda sayılan şeylerden biriyle isticmar etmek, serdedilen tafsilâta göre tenzîhen mekruh olmakla birlikte yine de yeterli olur. Ayrıca bu bahsin baş tarafında, sadece suyla istincâ yapılması gereken durumlarla taş ve benzeri şeylerle isticmarın yeterli olduğu durumlar anlatılmıştır. Şâfiîler: Kendisiyle isticmar edilecek nesnenin katı ve temiz olmasını şart koşmuşlardır. Necis bir şeyle isticmar etmek sahîh olmaz. İsticmar edilecek şey, necaseti söküp atacak bir şey olmalıdır. Yassı ve gevşek bir şeyle isticmar yapmak sahîh olmaz. İsticmarda kullanılacak nesne, ıslak bir şey olmalıdır. Meselâ terle ıslanmış bir şeyle isticmar etmek sahîh olmaz. Şer’an saygın bir şey olmamalıdır… Ekmek, kemik, fıkıh ve hadîs gibi içinde şer’ı ilimler yazılı olan kitaplar veya sarf-nahiv, hesab, tıp ve aruz gibi bunlara vesile sayılan ilimlerin yazılı bulunduğu kitaplar şer’an saygın şeylerden olup bunlarla isticmar etmek caiz olmaz. Bu ilimlerden başka şeylerin yazılı olduğu kitaplarsa şer’an saygın sayılmazlar. Üstün kişiliği olan birisinin ismi kastedilerek üzerinde Ebû Bekir, Ömer gibi isimlerin yazılı bulunduğu şeyler, mescide ait şeyler (bunlar mescidden ayrı olsalar bile ait oldukları sürece) şer’an saygıya lâyıktırlar. Kanı heder edilen biri bile olsa sırf şekline nazaran insan olduğundan ötürü vücûdunun parçalan da şer’an saygındır. Bu sayılan şeylerden herhangi biriyle isticmar etmek caiz olmaz. Ön veya arkadan çıkan necasetlerle de ilgili bazı şartlar vardır. Şöyle ki: a. Vücûddan çıkan bu necaset kuru olmamalıdır. Zîrâ kurumuş olan pisliği taşla gidermeye çalışmanın bir faydası olmaz. b. Vücûddan çıkmış olan bu necasetin üzerine başka bir necasetin veya ter gibi başka bir temiz şeyin katılmaması. c. Dışkı kaba etlere kadar, idrar da sünnet yerine kadar yayılmamalı-dır. Bu kayıt erkeklerle ilgilidir. Kadınlara gelince isticmarı yapan bakire bir kızsa, necaset, oturduğu zaman görünen yere kadar yayılmamış olmalıdır. Bakire olmayan bir kadınsa, dâhilde bundan sonrasına kadar yayılmamış olmalıdır. Belirtilen sınırı aşan necasetin sadece suyla yıkanması gerekir. Tıpkı sünnetsiz erkeğin idrarının, sünnet kılıfına bulaşması hâlinde sadece suyla yıkanması gerektiği gibi. d. Taşla isticmar edildiğinde üç defadan az silmemeli. Her defasında da necaset mahallinin tamamı silinmelidir. Her silişte taşın bir başka tarafını da kullanmak mümkündür. Silmeyi üç defadan eksik yapmak yeterli olmaz. Necasetin çıkış yeri üç silişle temizlenmemişse, temizleninceye kadar silmeye devam edilmelidir. Ancak necasetten geriye suyun giderebileceği bir eser veya kiremit kırıntıları kalırsa bunun pek zararı olmaz.
Malikiler dediler ki: Beş şartı hâiz olan şeylerle isticmar etmek caiz olur: 1. Taş, pamuk, yün gibi kuru bir şey olmalıdır. Yünün de davara bitişik olmaması gerekir. Aksi takdirde mekruh olur. Çamur gibi kuru olmayan bir şeyle de isticmar etmek caiz olmaz. Çünkü bu, necaseti etrafa daha da yayar. Çamurla isticmar edilmesi durumunda necaset yerini suyla yıkamak artık zorunlu olur. Eğer yıkamadan abdest alıp namaz kılınacak olursa, necasetle birlikte namaz kılınmış olur. Ki bunun hükmü, necasetin giderilmesi bahsinde anlatılmıştı. 2. Kendisiyle isticmar yapılacak şey temiz olmalıdır. Ölü kemiği, eti yenmeyen hayvanların tersleri gibi necis şeylerden biriyle isticmar etmek caiz olmaz. Eğer bu şeylerden katı biri ile isticmar edilecek olursa, isticmarda bundan bir parça kopmamışsa ve necaset yerini de temizlemişse günahkâr olmakla birlikte bu isticmar yeterli görülür. 3. Kendisiyle isticmar yapılacak şey, necaseti temizleyici bir nesne olmalıdır. Meselâ cam ve fârisî kamışı gibi düz ve pürüzsüz nesnelerle isticmar yapmak caiz olmaz. 4. Kendisiyle isticmar edilen şey, eziyet verici olmamalıdır. Meselâ bıçak gibi keskin ağızlı nesnelerle kenarlı taşlar ve kırık cam parçalarıyla isticmar etmek caiz olmaz. 5. Kendisiyle isticmar edilen şey, şer’an saygın olmamalıdır. Meselâ insan yiyeceği bunlardandır. Tuz, ilaç ve kâğıt da insan yiyeceklerinden sayılmaktadır. Çünkü kâğıtta az da olsa nişasta vardır. Mektub da şer’an saygın olan şeylerdendir. Çünkü mektubun içindeki harflerin saygınlığı vardır. Başkalarının hukukunu ilgilendiren şeyler de ister vakfa, ister özel mülkiyete ait olsun şer’an saygındırlar. Meselâ vakıf veya başkasının özel mülkü olan bir duvarla isticmar etmek haramdır. Ama kişinin kendi mülkü olan duvarla isticmar etmesi mekruhtur. Temiz olan kemik ve hayvan dışkılarıyla isticmar etmek de mekruhtur. Ama bunlarla veya diğer mekruh veya haram olan şeylerle isticmar etmek günâh olmakla birlikte yeterli olur. Temizlenmek içiri illâ da suyun kullanılması gerekli olan durumların izahı, istincâ bahsinde yapıldı. Hanbeliler dediler ki: Kendisiyle isticmar edilecek şeyde aranan bazı şartlar vardır. Şöyle ki: 1. Kendisiyle isticmar edilecek şey, temiz ve mubah olmalıdır. O hâlde gasbedilmiş bir şeyle isticmar etmek caiz olmaz. 2. Pisliği temizleyen bir şey olmalıdır. Yani pisliği temizledikten sonra geriye kalan eserin sadece suyla temizlenebilecek bir kalıntı olması gerekir. Cam ve benzeri düz, pürüzsüz nesnelerle isticmar etmek sahîh olmaz. 3. İsticmarda kullanılacak şey katı olmalıdır. Meselâ çamur, hayvan tersi, kemik, insan veya hayvan yiyecekleriyle isticmar etmek caiz olmaz. 4. İsticmarda kullanılacak şey, şer’an saygın olmayan bir şey olmalıdır. Meselâ üzerinde “Allah” lâfza-i celâli yazılı olan bir kâğıt parçası, hadîs veya diğer şer’î ilim kitaplarıyla, kullanılmaları şer’an mubah olan ilim kitapları hürmete lâyık olduklarından ötürü bunlarla isticmar yapılamaz. Ama şer’an kullanılmaları yasaklanmış kitaplarla isticmar yapılabilir. Çünkü bunların saygınlıkları yoktur. 5. Bir hayvanın eliyle veya henüz kırkılmamış olan üzerindeki yünüyle isticmar etmek caiz değildir. 6. Altın ve gümüş gibi kullanımı yasaklanmış şeylerle de isticmar yapılamaz. 7. Necaset mahallini en az üç defa silmek de şarttır. Her silişte de necaset mahallinin tamamı silinmelidir. Bir defada temizlense bile yine de üç-lemek şarttır. 8. Çıkış deliği, kendisinden çıkmayan başka bir şeyle pislenmiş olmamalıdır. 9. Necasetin normal sınırın dışına aşmamış olması gerekir. Aştığı takdirde suyla yıkanması gerekir. Ki bu zorunludur. 10. Çıkış deliğinden çıkan necasetin hukne (şırıngayla vurulan ilaç) artığı olmaması gerekir. Hukne artığı ise suyla yıkanması zorunlu olur. 11. Çıkış deliğinden çıkan necaset, isticmardan önce kurumamış olmalıdır. Kuruduğu takdîrde sadece suyla yıkanması gerekir. Kadının tenasül organının içi de dışı gibidir. Ancak orasını suyla yıkamak vâcib değildir. Ama kazây-ı hacet yaparken, otururken açığa çıkan kısmını yıkamak vâcib olur.ÖZÜRLÜ KİMSELERİN TEMİZLENMELERİ Bilindiği gibi İslâmiyet, insanların omuzlarındaki zorluk ve sıkıntıları kaldıran açık seçik nasslarla gelmiştir. Buna ilişkin olarak Yüce Allah (c.c.) buyurur ki: “Din işlerinde üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi.” İçinde zorluk ve sıkıntı olan şeyleri yapmak, mükellefe vâcib değildir. Özürlere örnek olarak, insanı işten geri bırakmayan hastalıkları gösterebiliriz. Meselâ mesane zayıflığından kaynaklanan ve kesintisiz olarak her zaman veya çoğu zaman sidik damlaması veya mezî ve vedî gibi sıvıların damlaması diyebileceğimiz akıntı hastalığı, sürekli ishal hastalığı, kan ve irin damlaması şeklinde görülen kanlı dizanteri hastalığı bunun örneklerindendir. Bu hastalıklara müptelâ olan kimseler, abdest ve benzeri temizleme işlemlerinde hastalıklarına özgü bir muameleye tâbi tutulurlar. Ki bu hususta mezheblerin detaylı görüşleri aşağıya alınmıştır. Hanefiler dediler ki: Bu konuyu üç şıkta ele almak gerekir: 1. Akıntı hastalığının tanımı, 2. Hükmü, 3. Özürlünün yapması gereken davranışlar. 1. Tanımı: Akıntı hastalığı olan kimsede sidik damlaması, yellenme gevşekliği, rahimden olur olmaz kan akması, sürekli ishal ve bunlara benzer bilinen hallerden biri veya birkaçı meydana gelebilir. Bu sakatlıklardan birine düşen kimse özürlü sayılır. Ve bu özrü, hastalığının hemen başlangıcında sabit olmaz, ancak bu haller peş peşe ve sürekli olarak her namaz vaktinde görülürse bunlara müptelâ olan kişi özürlü sayılır. Eğer sürekli olmazsa özürlü sayılmaz. Aynı şekilde özrünün kalkması da damlamanın, bir farz namazının vakti boyunca baştan sona kadar hiç görülmemesiyle sabit olur. Özrün, sabit olduktan sonra devam etmesi için, damlamanın bazı vakitlerde olsa bile vukûbulmasi kâfi olur. Meselâ öğle vaktinin başlangıcından sonuna kadar sidik damlaması olursa özürlü olur. Böylece özrü sabit olduktan sonra damlama, tam bir vakit boyunca kesilse bile bu kişi özürlü kalmakta devam eder. Yani özürlülüğü satfît olduktan sonra ikindi vaktinin başlangıcından çıkışma kadar damlama görülmezse yine özürlü kalmakta devam eder. Ha-nefîlere göre özürlünün tanımı işte bundan ibarettir. 2. Özürlünün Hükmü: Bu durumdaki bir şahıs, her vakit için abdest alır.
Bu abdestle de dilediği 76 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 128-132. 77 Hacc: 22/78. kadar farz veya nafile namaz kılabilir.
Aynı vakit içinde kılacağı her farz için abdest almasına gerek yoktur. Farzolan vakit çıkınca da özründen önceki hadesinden ötürü abdesti bozulur. Şöyle ki: Bu kişi, kendisinde özrün sabit olmasından önce abdestli olmuş olsaydı, vaktin çıkışıyla abdesti bozulmayacaktı. Ancak vücûdun başka bir yerinden kanama olması veya yellenme gibi başka bir sebeble abdesti bozulabilecekti. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki; abdestin bozulmasının şartı, farz olan vaktin çıkmasıdır. Ama bayram namazını kılmak için güneşin doğuşundan sonra abdest alınır da bilahere öğlen vaktinin girmesiyle abdest bozulmaz. Çünkü öğlen vaktinin girmesi abdesti bozmayacağı gibi, bayram namazı vaktinin çıkması da abdesti bozmaz. Çünkü bu, farz bir namazın vakti değildir. Tersine bu, mühmel bir vakittir. Öğle vaktinin çıkıp ikindi vaktinin girişine kadar bayram namazının abdesti ile dilediği kadar namaz kılabilir. Öğle vakti çıkınca da abdesti bozulur. Özürlü kişi, güneşin doğuşundan önce abdest alırsa güneşin doğmasıyla farz vakti çıktığından ötürü abdesti bozulur. Öğle namazından sonra abdest alırsa ikindi vakti girdiğinde, öğlen vafcti sona ermiş olduğu için abdesti bozulur. 3. Özürlü kimsenin görevi: Özürlünün görevi kendisinde bulunan özrü zarar vermeyecek şekilde gidermeye veya azaltmaya çalışmaktır. Gücü yettiği kadarıyla bunu doktorlara tedavi ettirmektir. Eğer bunu doktorlar vasıtasıyla tedavi ettirmesi mümkünse bundan geri durması günahkâr olmasına neden olur. Zîrâ fıkıh âlimleri, bu tür hastalıklara mübtelâ olanların bu hastalıklarını tedavi ettirmeleri ve imkânlarının elverdiği kadarıyla vücûdlarını koruyup savunmalarının gerekli olduğunu sarahatle ifade etmişlerdir. Buna dayanarak diyebiliriz ki: Gücü yettiği halde bu hastalıklarını tedavi ettirmeyip şiddetlenmesine ve ağırlaşmasına sebebiyet verenler günahkâr olurlar. Bir şey bağlamak veya olur olmaz rahminden sızıntı yapan kadının yaptığı gibi mahfaza kullanmak akıntıyı önlüyor veya azaltıyorsa bunu yapmak vâcib olur. Eğer ayakta namaz kılmaktan ötürü idrar veya kan damlıyorsa bu durumda oturarak namaz kılmak gerekir. Eğer rükû ve secdelerden ötürü damlama oluyorsa, rükû ve secde yapılmaksızın sadece işaretle namaz kılınır. Özürlü kimsenin akıntısından bir şeyler elbisesine bulaşırsa veya kılmak istediği namazı henüz bitirmeden yeniden akıntı olacağına inanıyorsa bu bulaşığı yıkaması vâcib olmaz. Ama namazını tamamlayıncaya kadar yeniden akacağını tahmin etmezse bu bulaşığı yıkaması vâcib olur. Hanbeliler dediler ki: Sidik veya mezî akıntısı veya yellenme gevşekliği olan özürlü kimselerin abdesti bazı şartlarla bozulmaz. Şöyle ki: 1. Pislik akan yeri yıkayıp bir bez parçası veya benzeri bir şeyle bağlaması, mümkün mertebe akıntıyı durduracak pamuk parçalarını içine tıkaması ve akıntıyı dışarıya kaçırmamaya çalışması gerekir. Eğer bu sayılan önlemleri almadan bir akıntı vukû bulursa abdesti bozulur. Ama her türlü önlemi aldıktan sonra yine de akıntı olursa abdesti bozulmaz. Pislik akan yeri yıkayıp orasını bağladıktan sonra bunu her namaz kılışta yenilemesi gerekmez. 2. Sızıntı veya akıntı devamlı olmalıdır. Eğer bu sızıntı veya akıntı aynı vakitte yeniden abdest alıp namaz kılacak kadar bir süre kesilirse ve bu, her zaman görülebilen bir hâl ise namazını bu kesinti zamanında kılması gerekir. Ve bu kişi, özürlü de sayılmaz. Eğer abdest alıp namaz kılmaya yetecek süreli olan bu kesinti kendisinde âdet hâline gelmemiş ve fakat geçici olarak vukû bulmuşsa abdesti bozulur. 3. Vaktin girmesidir. Özürlü kişi vaktin girmesinden önce abdest alırsa abdesti sahîh olmaz. Ancak bir kaza namazı veya cenaze namazı için abdest alırsa abdesti sahîh olur. Elinde olmayan bu akıntılar vuku buldukça her vakit için abdest alması vâcib olur.
Bu akıntılar vukubulmazsa ve abdest bozucu başka bir durum da meydana gelmezse abdesti bozulmaz. Özürlü kişi, almış olduğu abdestle dilediği kadar farz ve nafile namaz kılabilir. Eğer ayakta durmasından ötürü akıntı oluyorsa namazını oturarak kılar. Eğer rükû ve secdeye gitmekten ötürü akıntı olsa bile namaz kılarken yine rükû ve secdeyi yerine getirir. İşaretle namaz kılmak bu gibi hâllerde yeterli olmaz. Malikiler dediler ki: Hastalık hâlinde insandan akan idrar ve benzeri şeylerin akıntısı abdesti, bazı şartların gerçekleşmesi ile bozmazlar: 1. Bu özür kişide, namaz vaktinin çoğunda veya en az yarısı kadar bir zamanda devamlı olarak bulunmamalıdır. Meselâ sabahleyin sidik akıntısı görülür, iki saat sonra da kesilirse bu durumdaki bir kimse özürlü sayılmaz. Akıntısı kesilinceye kadar sabretmeli ve sonra da öğle için abdest almalıdır. Yellenme boşluğu olan ve kendisinde sürekli ishal bulunan da böyledir. Bu özürler, namaz vaktinin yarısı veya daha fazla bir sürede devam ederlerse sahipleri özürlü sayılır. Yoksa sayılmazlar. 2. Akıntıların düzensiz olmaktan ötürü hangi zamanlarda geldiğini kişi aklında tutamamalıdır. Bu özürlerin hangi saatlerde vukûbulduğunu aklında tutabilen kişi bu saatlerde abdest almamalıdır. Meselâ öğle vaktinin sonlarına doğru akıntının kesileceğini bilirse, öğle namazını bu saate kadar geciktirip abdestini alır ve namazını kılar. Aynı şekilde akıntının, öğlenin ilk vaktinde kesileceğini bilirse namazını geciktirmeden hemen bu saatte kılmalıdır. Namazı, özürsüz kimselerin yapabildiği gibi vaktin sonuna ertelemesi mubah olmaz. Eğer akıntı öğle vaktinin tümünde devam ediyor ve ikindi vaktinin de sadece son kısmında kesiliyorsa, öğle namazını bu vakte erteleyip ikindi namazıyla birlikte “cem-i te’hîr” yaparak kılmalıdır. Eğer akıntı ikindi vaktinin tümünde devam ediyor ve öğle vaktinin sadece son kısmında görülmüyorsa, ikindi namazını öne alarak öğle namazıyla birlikte “cem-i takdim” yaparak kılmalıdır. 3. Özürlü kişi kendisindeki bu özrü ilâçla tedavi ederek veya evlenerek ortadan kaldırmaya muktedir olamamalıdır. Eğer gücü yeter de yapmazsa özürlü sayılmaz. Tedaviyi terk etmekten ötürü günahkâr da olur. Tedaviye başlayacak olursa, tedavi günlerinde muaf tutulur. Kendisinde mezî akıntısı görülen kimsenin mezîsi, bir hastalıktan ötürü ve alışılagelmiş lezzeti duyulmaksızın akıyorsa özür sayılır. Ama bir hastalıktan ötürü değilse, bekârlıktan ötürü ve alışılagelmiş lezzetiyle akıyorsa, örneğin bir kadına bakmaktan veya onu düşünmekten ötürü akıyorsa özür sayılmaz. Her aktıkça da abdesti bozar. Bu durumda sürekli olarak aksa bile yine özür sayılmaz. Bu sayılan şartların gerçekleşmesi hâlinde akıntılardan ötürü abdestin bozulmayacağı, Mâlikî mezhebinin meşhur görüşüdür. Hastalar için hafifletici bir hüküm sayılabilecek olan bir başka görüşleri daha vardır ki, bu görüş meşhur değildir. Bunu şöyle ifade edebiliriz: Bu sayılan şartlar gerçekleşmeseler bile, akıntılardan ötürü abdest bozulmaz. Ancak bu akıntılar sürekli değilse abdest tazelemek müstehab olur. Ama bu akıntılar sürekli vukû bulmakta iseler abdest tazelemek müstehab olmaz. Özürlü kimselerin zorluk ve sıkıntı anlarında her ne kadar meşhur değilse de bu görüşü taklid etmeleri sahîh olur. Çünkü bu, birçok insanın durumuna uygun düşmektedir. Bunu taklid etmelerine bir engel de yoktur. Şafiiler dediler ki: Kendisinde akıntı görüleri özürlü kişinin, akıntı yerini tıkayıp bağlayarak korunması vâcibtir. Bu önlemi aldıktan sonra abdest alır, ancak bilâhare harhangi bir akıntı meydana gelirse bunun namaz kılmaya ve diğer ibadetleri yapabilmeye zararı olmaz. Özürlü kimsenin abdestinin namaza elverişli olması için birtakım şartların gerçekleşmesi gerekir. Şöyle ki: 1. Abdestten önce istincâ yapılmalıdır. 2. İstincâyı yapar yapmaz yukarıda anlatılan korunma önlemini hemen almalıdır. Korunma önlemi de alınır alınmaz hemen abdest alınmalıdır. Bunu biraz daha açalım: Önce istincâ yapılacak. İstincâdan hemen sonra aradan zaman geçmeksizin, akıntı gelen veya dışkı süzülen yeri temiz bir bezle tıkayıp bağlamalıdır. Ama bu bağ, zarar verici bir bağ olmayıp doktorun pansuman bağını andırmalıdır. Bunu yapar yapmaz da acilen abdeste başlanmalıdır. Öyle ki, istincâ ile bağlama arasına fasıla konulmayacağı gibi bağlama ile abdest arasına da herhangi bir fasıla konmamalıdır. 3. Abdest organlarından biri kurumadan hemen öbürünü yıkamaya geçmelidir. Meselâ önce yüzü, sonra araya fasıla koymaksızın acelece elleri yıkamalıdır. 4. Abdest alır almaz araya fasıla koymaksızın hemen namaza durmalıdır.
Çünkü abdestten sonra başka bir işe başlanacak olursa abdest bâtıl olur. Ancak araya mescide gitmek gibi namazla ilgili bir işi sokacak olursa bunun pek zararı olmaz. Meselâ istincâyı evinde yapıp gerekli yeri bağladıktan sonra abdestini alıp mescide giderse bunun pek zararı olmaz. Abdest aldıktan sonra yürüyerek mescide gitmesinin abdest için bir sakıncası yoktur. Yine abdest alır ve fakat cemâati veya cuma namazını beklerse bunun da zararı olmaz. 5. Bütün bu saydığımız işleri vaktin girmesinden sonra yapmalıdır. Vaktin girmesinden önce yapılan istincâ ve alınan abdestin geçerlilikleri yoktur. Özürlü kimse, anlattığımız şekilde aldığı abdestle sadece bir farz namazını kılabilir. Her farzı kılmak için, bu saydığımız işleri yeniden yapması gerekir. Nafile namazlara gelince, bu abdestiyle kıldığı farz namazın yanısıra dilediği kadar nafile namaz kılabilir. Nafileleri farzdan önce kılabileceği gibi, farzdan sonra da kılabilir. Niyet bahsinde de anlattığımız gibi özürlü kişi, abdest alırken bununla, namaz kılmayı kendine mubah etmeye niyet etmelidir. Meselâ, “Bu abdestimle şâriin, namaz kılmayı bana mubah etmesine niyet ettim” demelidir. Bu abdest, gerçek bir abdest olmayıp, damlayan sidik ve benzeri şeylerden ötürü bozulmaktadır. Ancak İslâm dîni, müsamaha göstererek bu abdestle namaz kılınmasına müsâade etmiştir. Böylece özürlü kimseler, sevâbtan yoksun kalmamış olmaktadırlar. Çünkü İslâm hukuku, insanların maslahatlarını, dünya ve âhiret menfaatlerini gözetmeye büyük îtinâ göstermektedir.