DHBTFıkıhİLMİHAL ÖZET

DÖRT MEZHEBE GÖRE ABDEST BAHİSLERİ

ABDEST BAHİSLERİ

Abdestin Tanımı

abdest_nasil_alinir

Abdest kelimesinin arapçadaki karşılığı “vudû” masdarıyla ifade olunur. Ki bu masdar lügat açısından
güzellik ve temizlik anlamına gelir. Istılâhî anlamına gelince vudû’, yani abdest, özel bir temizlik olup
suyun husûsî organlar üzerinde özel bir şekilde kullanılmasıdır. Ki bu organlar da yüz, baş, eller ve
ayaklardır

Abdestin Hükmü
Hüküm kelimesinin ne anlama geldiği geçen bölümlerde anlatıldığına göre şu kalıba dökülebilir:
Hüküm: Yapılan bir fiile terettüp eden ve sâri’ tarafından konulan bir eserdir. Buradaki maksat da zaten
budur. Şâri’, abdest alma fiilini işleyenin, hades halinin ortadan kalkacağını beyan buyurmuştur. Ki
abdest almakla farz ve nafile namazlar, tilâvet secdesi, şükür secdesi, farz olsun nafile olsun “beyt-i
muazzama”nin tavafı gibi dinî görevler eda edilebilir.
Hanefiler dediler ki: Abdestsiz olarak Kabe’yi tavaf edenin tavafı sahîh olur. Ama bununla birlikte bir
haram işlemiş olur. Zîrâ tavaf için hadesten temizlik vâcibtir. Vacibi terkeden ise günahkâr olur. Ama
abdest, tavafın sıhhat şartı değildir.
Zîrâ Peygamber (s.a.s.) Efendimiz buyurmuşlardır ki:
“Beytin etrafında tavaf yapmak, namaz gibidir. Ancak şu farkla ki: Tavafta sizler konuşuyorsunuz.
Tavaf esnasında kim konuşacak olursa hayırdan başka bir şey söylemesin.” 51
Bu gibi amelleri edâ edecek birisinin abdestli olması farzdır. Abdest-siz birinin bu işleri yapması helâl
olmaz. Mushaf’a dokunmak da böyledir. İster bir kısmına dokunulsun ister tamamına dokunulsun
abdest alınması vâcibtir. Bir âyet okuyacak olsa bile yine böyledir. Mezheblerin bu husustaki detaylı
görüşleri aşağıda anlatılmıştır.
Malikiler dediler ki: Abdestsiz olarak bir kısmına da olsa Mushaf’a dokunabilmenin bazı şartları
vardır:
a. Mushaf, arapçadan başka bir dille yazılmış olmalıdır. Arapça yazılmış olana abdestsiz olarak
dokunmak hiçbir surette mümkün değildir. Yazı stili kûfî de olsa mağribî de olsa veya başka bir tarzda
da olsa hüküm aynıdır.
b. Mushaf’ın bazı âyetleri para üzerinde yazılı ise bu paralar, insanların muamele araçları olduğundan
buna mecburen dokunulacağından, zorluklar gözönünde tutularak buna ruhsat verilmiştir:
c. Mushaf’ın tümünü veya bir kısmını korumak amacıyla ele almak. Bu durumdaki bir kişi abdestsiz de
olsa Mushaf’ı eline alabilir. Bazıları da derler ki: Korumak gayesiyle de olsa abdestsiz biri, Mushaf’ın
ancak bir kısmını tutabilir. Abdestsiz olarak tümünü eline alması caiz değildir. Ayrıca abdestsizin,
korumak amacıyla Mushaf’ı eline alabilmesinin iki şartı vardır:
1. Mushaf’ı eline alacak kimse müslüman olmalıdır.
49 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 62-65.
50 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 65.
51 Nesâî, Menâsik, 136; Dârimî, Menâsik, 32.
2. Mushaf, pisliklerin kendisine ulaşmasına engel olacak bir örtü ile örtülü bulunmalıdır.
d. Mushaf’ı abdestsiz olarak eline alan kimsenin, Kur’an’ı öğrenen veya öğreten biri olması gerekir.
Bunların abdestsiz olarak Mushaf’ı ellerine almaları caizdir. Bunların mükellef veya gayr-ı mükellef
olmaları hüküm bakımından bir farklılık getirmez. Kur’an-ı Kerîm’i öğrenen veya öğreten kişinin,
aybaşı halini geçirmekte olan hayızh bir kadın olması mümkündür. Bunların dışındaki kimselerin
abdestsiz olduklarında Mushaf’a dokunmaları hiçbir surette caiz olmaz. Abdestsiz bir kimsenin çanta
içinde veya askıda da olsa Mushaf’ı taşıması, üzerinde Mushaf bulunan sandık, kürsü ve yastığı taşıması da caiz olmaz. Ama Mushaf, bir şeyin içine konulmuşsa abdestsiz biri o şeyi taşıyabilir. Çünkü bu
durumda Mushaf, o eşyaya tabi olmuş oluyor. Eğer maksadı Mushaf’ın içinde bulunduğu şeyi değil de
sadece Mushaf’ı taşımaksa bu caiz olmaz. Abdestsiz birinin Mushaf’sız olarak ezberden Kur’an
okuması câİz ise de en faziletlisi, abdestli olarak okunmasıdır.
Hanbeliler dediler ki: Abdestsiz olarak Mushaf’a dokunmak veya ele alıp taşımak bazı şartlara
bağlıdır:
Mushaf, kendisinden tamamen ayrı bir kılıfta bulunmalıdır. Eğer torba gibi kendisine bitişik bir kılıfta
bulunursa mendile veya kâğıda sanlı olursa, bir sandıkta olursa veya taşınması istenen bir ev eşyası
içinde -Mushaf’a dokunmak gayesi güdülsün güdülmesin- bulunursa bu durumda abdestsiz olarak
Mushaf’a dokunmak veya onu ele alıp taşımak caiz olur. Yine aynı şekilde temiz bir bez içinde
bulunması şartıyla Mushaf’ı korumak gayesiyle ele almak da caizdir. Ayrıca taşıyacak olan şahıs
mükellef olsun olmasın Mushaf’ı elde taşımanın caiz olması için abdestli olmak şarttır. Ancak bu durumdaki gayr-i mükellef çocuğun abdest alması vâcib değilse de velîsinin kendisine abdest almayı
emretmesi vâcibtir.
Hanefîler: Mushaf’ın tümüne veya bir kısmına dokunmanın veya elde taşımanın veyahut da
Mushaf’taki âyetleri yazmanın caiz olmasının bazı şartlara tâbi olduğunu söylemişlerdir.
1. Zaruret hâli. Meselâ bir şahıs Mushaf’ın suya batıp gideceğini veya yanmak üzere olduğunu görse
abdestsiz de olsa, kurtarmak amacıyla Mushaf’a elini vurabilir.
2. Mushaf, kendisinden ayrı olmalıdır. Meselâ bir kese içinde veya çanta içinde veya kâğıda veyahut
mendile sanlı olursa abdestsiz olarak dokunabilir ve taşıyabilir. Ama kendisine bitişik cildi içinde
veyahutta satımı esnasında ayrıca bir pazarlığa tabi olmadan kendisiyle birlikte satılan bir kabın içinde
bulunursa abdestsiz olarak dokunulamaz ve taşınamaz. Ayrı bir pazarlığa tâbi olmadan kendisiyle
birlikte satılan bu kap ayrı da olsa “Müftâbih” görüşe göre hüküm değişmez.
3. Buluğ çağma gelmemiş çocuk, öğrenmek amacıyla abdestsiz olarak Mushaf’a dokunabilir. Bunda,
zorlukların giderilmesi prensibi gözönünde tutulmuştur. Ama buluğa ermiş bir insan veya hayız hâlini
geçirmekte olan bir kadın, öğretici de olsa öğrenci de olsa Mushaf’a dokunamaz.
4. Mushaf’a dokunacak şahsın müslüman olması gerekir. Müslüman birinin gücü yettiği takdirde
“gayr-i müslim” bir şahsın Mushaf’a dokunmasına fırsat ve imkân vermesi helâl olmaz. İmam
Muhammed, gusül yaptıktan sonra “gayr-i müslim”in Mushaf’a dokunmasının caiz olduğunu söylemiştir. Gayr-i müslim’e Kur’anı muhafaza ettirmek, yukarıdaki şartlara uygun olduğu takdirde caiz
olur. Zira abdest alıp da temizlenmeyen birinin, vücudundaki organlardan herhangi biriyle Mushaf’a
dokunması helâl değildir.
Kur’an-ı Kerîm’i ezberden okumak, abdestsiz olarak da caizdir. Cünüp kimselerin ve hayızlı kadınların
ezber de olsa okumaları haramdır. Kur’an-ı Kerim’i ezberden okuyacak birinin, abdestsiz ise abdest
alması müstehabtır. Şunu da hatırlatmakta yarar vardır kanısındayım: Kur’an-ı Kerîm tefsirlerine
abdestsiz olarak dokunmak mekruhtur. Fakat hadîs ve fıkıhla alâkalı diğer kitaplara abdestsiz olarak
dokunmak, ruhsat kabilinden’caizdir.
Şâfiîler: Mushaf’ın tümüne veya bir kısmına abdestsiz olarak dokunmak veya taşımak bazı şartlara
bağlı olarak caiz olur demişlerdir. Şöyle ki:
1. Mushaf’ı korumak amacıyla dokunacak veya taşıyabilecektir.
2. Mushaf’taki âyetler dirhem, cüneyh veya diğer paralar üzerinde yazılı ise abdestsiz olarak bunlara
dokunulabilecektir.
3. Mushaf’taki âyetlerin bazısı delil olarak ilim kitaplarında yazılı olursa abdestsiz olarak bu kitaplara
dokunabilir. Bu kitaplardaki âyetler az da olsa çok da olsa aynı hükme tâbidir.
Tefsir kitaplarına gelince bunlara abdestsiz olarak dokunmak, tefsirin Kur’andan fazla olması hâlinde
caizdir. Eğer Kur’an, tefsirden fazla ise abdestsiz olarak dokunulamaz.
4. Kur’an âyetleri bir elbise üzerinde yazılı olursa, abdestsiz olarak bu elbiseye dokunulabilir. Ve bu
elbise taşınabilir. Kabe örtüsü de bunun gibidir.
5. Öğrenmek amacıyla çocuğun Mushaf’a abdestsiz olarak dokunması veya Mushaf’ı taşıması caizdir.
Velisi dokunma veya taşıma işinde bu durumdaki çocuğa destek de olabilir. Ardı sıra çocuğu
korumakta olsa bile yine bu durumdaki çocuğun Mushaf’a dokunup onu taşıması caizdir.
Bu beş şarttan biri ihlâl edilecek olursa Mushaf’a dokunmak caiz olmaz. Bu durumda Mushaf’tan bir
tek âyet de olsa yine caiz değildir. Mushaf, cüzlerin muhafaza sandığı gibi küçük bir sandığa konulursa
veya küçük bir rahlenin üzerine konulmuş olursa abdestsiz birinin bu sandığa veya rahleye dokunması
da caiz olmaz. Ama eğer büyük bir sandığın içine veya büyük bir kesenin içine konulursa, Mushaf’ın
hizasındaki kısım dışında bu sandığa veya keseye dokunmak caiz olur. Mushaf’ın cildi kopar da içinde
Mushaf’tan bir parça kalmazsa, bu cild başka bir kitaba takılmadıkça abdestsiz olarak dokunulamaz.
Fakat koptuğu Mushaf’a ait olduğu sürece abdestsiz olarak dokunulması haramdır. Bu durumlarda
Mushaf’a dokunmak haram olduğu gibi, üzerinde Kur’an âyeti yazılı levhalara dokunmak da haramdır.
Abdestsiz birinin bir parçasına da olsa, üzerindeki Kur’an âyeti silinmiş de olsa dokunması haramdır.
Şunu da bilmek gerekir ki: Mükellef birisi, abdestsiz de olsa elini üzerine dokundurmaması şartıyla
Ievhâ ve benzeri şeylere Kur’an âyetlerini yazabilir.
Şu hususu hatırlatmakta da fayda vardır ki: Mushaf’ı Şerif sandık, elbise ve benzeri ev eşyalarının içine
konulmuşsa bunları da abdestsiz olarak taşımak haramdır. Ancak maksat, sadece bu eşyaları taşımaksa
bu helâldir. Yok, ama bunlarla beraber Mushaf’ı da taşımak kastedilmişse veya maksat, sadece
Mushaf’ı taşımaksa bu helâl olmaz.52
Abdestin Şartları
Abdestin şartları, vücûbunun, sıhhatinin, hem vücûbunun hem de sıhhatinin şartları olmak üzere üç
kısma ayrılır. Vücûbunun şartlarından maksat, mükellefin abdest almasını vâcib kılan şartlardır. Ki bu
şartların tümünü veya bir kısmını üzerinde taşımayan bir kimsenin abdest alması vâcib değildir.
Sıhhatinin şartlarından maksat, bu şartlar gerçekleşmediği takdirde alınan abdestin sahîh olmayacağı
demektir.
Hem vücûbunun hem de sıhhatinin şartlarından maksat ise, bu şartlardan biri gerçekleşmediği takdirde
abdest almanın vâcib olmayacağı ve alınsa da sahîh olmayacağı demektir. Bunları açıklamaya
çalışalım:
Vücûbunun şartları:
1. Bulûğ: Erkek olsun kadın olsun bulûğa ermeyen bir kimseye abdest almak vâcib değildir! Ama
alacak olursa abdesti sahîh olur. Sözgelimi bulûğa ermeden bir saat önce abdest almış olsa, sonra da
bulûğa ererse abdesti bozulmamış olup devam eder. Bu abdestle namaz kılabilir. Böyle bir durumla her
ne kadar çok az karşılaşılsa da yolcuların ve çöl gibi suyu az yerlerde ikâmet edenlerin bunu
bilmesinde fayda vardır.
2. Namaz vaktinin girmesi: Sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarından birinin vaktinin girmiş
olması, ileride namaz vakitleri bahsinde açıklanacaktır. Bu vakitlerden biri gelip çattığında mükellef
birinin, üzerine farzolan namazı kılması gerekli olur. Namaz, abdest veya onun yerine geçecek bir şey
(teyemmüm gibi) alınmadan helâl (sahîh) olmayacağına göre, kişinin namaz kılmak için abdest alması
farz olur. Vaktin girmesiyle namaz, kişinin üzerine genişletilmiş bir vecîbe olarak farzolur. Onsuz
kabul edilmeyecek olan abdest de böyle… Genişletilmiş vecîbenin mânâsı şudur ki: Mükellefler namazı
vaktin başında kılacakları gibi, ortasında veya sonunda da kılabilirler. Vaktin sonuna doğru gelinip de
geriye sadece abdest alınıp namaz kılabilecek kadar bir zaman kalırsa bu durumda daraltılmış bir
vecibe olur. Mükellef, bu durumda acilen abdest alıp namaz kılmak zorundadır. Abdest ve namazı
bundan sonrasına bırakacak olursa günahkâr olur. Farz namazı kılmak isteyenin abdest alması farz
olduğu gibi, nafile namaz kılmak isteyenin de abdest alması farzdır. Nafile namaz kılacak olan birinin
(eğer yoksa) hemen abdest alması farzolur. Nafile de olsa abdestsiz olarak namaz kılmak haramdır.
Vaktin girişinin sadece abdestin vücûbu için bir şart olduğu anlaşıldıktan sonra bilinmelidir ki: Vaktin
52 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 66-69.
girişinden önce alınan abdest sahîh olur. Yani vaktin girişi, abdestin sıhhat şartı değildir. Yalnız abdest
alanın özür sahibi biri olmaması gerekir.
Mâlikîler: Özürlü kimsenin, vaktin girişinden önce ve sonra aldığı abdestler sahîhtir demişlerdir.
Hanefiler dediler ki: Özürlü kimsenin vaktin girişinden önce aldığı abdest sahîhtir. Sözgelimi öğleden
önce abdest alır, sonra da öğle vakti girerse bu abdesti bozulmuş olmaz. Bununla öğle namazını
kılabilir. Öğlen vakti çıkıncaya kadar da abdestinin hükmü devam eder. Öğle vakti sona erip çıkmakla
abdesti de bozulmuş olur. İkindi namazım, yeniden abdest almadan kılamaz. Bahsi gelince de, vakti
çıktığından ötürü abdestinin bozuluş sebebi anlatılacaktır.
Sayfanın üst tarafında anlatılanlar, Şafiî ve Hanbelî mezheblerine göredir.
Meselâ sürekli olarak kendisinde sidik akıntısı bulunan bir insanın, ancak vakit girdikten sonra abdest
alması sahîh olur. Nitekim bunun izahı, ma’zûr kimseler bahsinde yapılacaktır.
3. Eski abdest bozulmuş olacak: Meselâ bir kişi, öğle namazı için abdest alır da bu abdesti gün
boyunca bozulmasa yeniden abdest alması vâcib olmaz. Çünkü bu abdesti sahîh olmakta devam
etmektedir. Vaktin girişinden önce mevcûd bulunan bir abdest de sahîhtir.
4. Abdest almaya muktedîr olmak: Hastalık veya benzen hallerden ötürü suyu kullanamayan
kimsenin, ileride teyemmüm bahsinde de açıklanacağı üzere, abdest alması vâcib olmaz. Kullanmak
için su bulamayan kimseler de hastalar hükmündedirler.
Bu saydıklarımız, abdestin, üzerinde ittifaka varılan vücûb şartlarıdır.
Özet olarak diyebiliriz ki: Mükellef kişi, abdestli değilse, vaktin girişiyle abdest almak mecburiyeti
altına girer. Yalnız bu kişi, suyu kullanmaya da muktedîr olmalıdır. Sıhhatinin şartları:
1. Abdest alınacak su, temizleyici bir su olmalıdır: Abdest alacak olan kişinin, bu suyun temizleyici
olduğunu zannetmesi yeterlidir.
2. Abdest alan mümeyyiz olmalıdır: Mümeyyiz olmayan çocuğun aldığı abdest sahîh değildir. Bu, bir
varsayım olup, “abdestsiz çocuğun Mushaf’a dokunmasına mâni olunmalıdır” diyenler bu varsayıma
ihtiyaç duyabilirler.
3. Abdestle yıkanacak organa suyun ulaşmasına mâni bir engel bulunmamalıdır: Meselâ elde, yüzde,
başta veya ayaklarda derinin dış yüzüne suyun ulaşmasına mâni bir engel bulunduğu takdirde bu abdest
sahîh olmaz. Yine aynı şekilple elde veya yüzde donmuş yağ, balmumu veya hamur bulunur da bunfar
suyun deriye ulaşmasına engel olurlarsa alınan abdest sahîh olmaz.
Abdest almakta olan kişide abdeste zıt bir durum meydana gelmemelidir. Meselâ abdest almakta olan
kişide, yüzünü ve ellerini yıkadıktan sonra abdesti bozacak bir durum meydana gelirse bu kişi, abdeste
yeniden başlamaya mecbur olur. Ancak özürlü kişilerden olursa yeniden abdest alması zorunlu olmaz.
Meselâ sürekli sidik akıntısına müptelâ olan bir kişiden abdest esnasında bir veya birkaç damla sidik
damlayacak olursa yeniden abdest alması gerekmez.
Hem vücûbunun hem de sıhhatinin şartları:
1. Akıllı olmak. Delinin, saralının, bunağın, baygının abdest almaları vâcib değildir. Bunlardan biri
abdest alacak olursa bu abdesti sahîh olmaz. Şöyle ki: Bunak biri abdest alır da birkaç dakika sonra bu
hastalığından kurtulup iyileşecek olursa bu abdestiyle namaz kılması sahîh olmaz. Deli de bu hükme
tâbidir. Bunak, saraya düşmüş ve baygın kimselere gelince (şuurları yerinde olmadığından ötürü)
bunların abdest almaları zaten düşünülemez. Ancak bunu anlatmaktaki gayemiz, Allah Teâlâ-nın bu
hallerde, bütün mükellefiyetleri ortadan kaldırdığını bildirmek içindir. Yine de bu hallere müptelâ
kimselerin abdest aldıklarını farzedecek olursak, bunların almış oldukları abdestler sahîh olmaz. Şunu
bilmek gerekir ki, ibâdetler karşısındaki şer’î tasarruflarla, günlük hayattaki muameleler karşısındaki
şer’î tasarruflar aynıdır. İbâdetlerde olduğu cjibi muameleleri yapanların da akıllı kimseler olmaları
vâcibdir. Akılsızların muameleleri geçerli olmaz.
Hanefiler dediler ki: Delilik ve sar’aya düşmek, abdeste zıt durumlardandır; abdesti bozarlar. Bu
nedenle akıllılık, abdestin sıhhat şartlarından biri olmaktadır. Daha önce de görüldüğü gibi akıllılık,
abdestin vücub şartlarından idi. Böylece hem vücûbunun hem de sıhhatinin şartlarından biri
olmaktadır.
Hanefiler dediler ki: Bunak, sözlerini birbirine karıştıran ve sakin olmasına, kimseye sövmemesine,
şuursuzca yürümemesine rağmen yine de ne yapacağını bilemeyen, hülâsa tedbiri bozulan kimsedir. Bu
durumdaki kimselerin ibâdetleri, çocuğunki gibi sahîhtir. Ancak mükellef değildirler. Bunamamak,
sadece vücub şartıdır. Sıhhat şartı değildir.
2. Kadının, aybaşı ve nifastan sonraki lohusalık kanlarından temiz olması. Bu haldeki kadınların abdest
almaları vâcib değildir. Alacak olsalar ve aldıktan birkaç dakika sonra temizlenecek olsalar, bu
abdestleri, sıhhat şartına uyulmadığı gerekçesiyle sahîh ve muteber olmaz. Ama yine de aybaşı hâlini
geçirmekte olan bir kadının hatırlama kabilinden olması dolayısıyla her namaz vaktinde abdest alıp
önceden namaz kıldığı yerlerde oturması menduptur. Fakat unutulmasın ki bu abdest, sadece bir
şekilden ibarettir. Namazı anmak ve unutmamak içindir.
3. Uyku ve gafletin olmaması. Uyumakta olan kişi, ilâhî rahmet dolayısıyla mükellef olmamaktadır.
Gafil (dalgın) da böyledir. Bunlar şayet abdest alsalar bile bu abdestleri bâtıldır, geçersizdir. Bazıları
sanarlar ki: Uyuyan kişi, sadece kendi yatağında veya bir başkasının yatağına uzanarak uyuyan kişidir.
Böyle birinin uyurken abdest alması zaten düşünülemez. Bizim burada uyuyan kişiden kastettiğimiz
şudur: Uyurken kalkıp hareket eder. Hatta yine uyurken evinden dışarı çıkar. Bu kimseler
hissetmeseler bile uyur-gezerken abdest alabilirler. Benim bir komşum vardı. O da bu uyurgezerlerdendi.
4. Müslüman olmak. Şu mânâda ki: “Gayr-ı müslim” birinden abdest almasını isteyemeyiz. Ama küfür
halindeyken de namaza ve namazın vesilelerine (abdest ve teyemmüme) muhatabtır. Terkinden dolayı
da azâb görecektir. Ama müslüman olmadan aldığı abdest de sahîh değildir.
Malikiler dediler ki: Müslüman olmak sadece sıhhat şartıdır. Kâfirler şerîatin hükümlerine muhatap
olmaları dolayısıyla ibadetle mükelleftirler. Terkettikleri gerekçesiyle de azaba maruz kalacaklardır.
Ancak bu ibadetleri de müslüman olduktan sonra sahîh olabilir. Küfür halindeyken yapacakları
ibadetler sahîh olmaz. Çünkü niyet olmaksızın hiçbir ibadet sahîh olamaz. Ayrıca niyetin de sahîh
olabilmesi için müslüman olmak şarttır. Hanefiler dediler ki: Müslüman olmak abdestin sadece vücûb
şartlarındandır. Hem vücûbunun ve hem de sıhhatinin şartlarından değildir. (Mâlikîlerin hilafına.)
Kâfir, şerîatin hükümlerine muhatab değildir. Hanefîler müslüman olmayı abdestin sıhhat şartlarından
saymamışlardır. Çünkü onlara göre abdest, niyet etmeden de sahîh olur; Abdestte niyyet farz değildir.
Ama teyümmümde bunun aksine niyet, farzdır. Bu durumda kâfir bir kişi teyemmüm yapacak olursa
teyemmümü sahih olmaz. Zîrâ teyemmüm, niyet rüknüne bağlıdır.
5. Peygamber Efendimiz Muhammed İbn Abdullah’ın çağrısının mükellefe kavuşmuş olması.
Kendisine bu çağrının ulaşmamış olduğu kimselere abdest vâcib değildir. Alsalar bile, aldıktan sonra
bir saat içinde çağrıya muhâtab olurlarsa bu abdestleri geçersiz olur. Bununla namaz kılmaları sahîh
olmaz. Ki bu hususta bazı mezheblerin koşmuş oldukları birtakım ek şartlar aşağıda sıralanmıştır.
Hanefiler dediler ki: Peygamber Efendimizin çağrısının ulaşması, abdestin sıhhat şartlarından
değildir. Şöyleki: Adamın biri, bu çağrı kendisine ulaşmadan abdest alicak olursa, sonra da çağrıyı
alırsa bu abdesti sahîh olur. Hanefîler, çağrının ulaşmasını İslâmiyet şartı ile yetinerek abdestin vücûb
şartlarından saymamışlardır. Çünkü İslâmiyet, ancak bu çağrı yapıldıktan sonra gerçekleşmektedir.
Böylece de anlaşılıyor ki: Peygamberimizin çağrısını, abdestin hem vücûbunun hem sıhhatinin
şartlarından sayanlar sadece Şâfiîler ile Hanbelîlerdir.
Şâfiîler: Abdestin sıhhat şartlarına üç tane daha eklemişlerdir:
1. Abdest alan kişi, abdestin alınış keyfiyetini bilmelidir. Öyleki: Abdestin elleri, yüzü, ayaklan
yıkamak vs. den ibaret olduğunu bilse ve bunları yerine getirirken bunun şerîatçe kendisinden istenilen
abdestin ta kendisi olduğunu bilmese abdesti sahîh olmaz.
2. Farzı diğerlerinden ayırdedebilmelidir. Ancak abdest alan, avamdan biriyse bunun, farzı nafile
olarak itikad etmemesi gerekir. Onun için yeterli olan budur. Eğer abdestteki bütün fiillerin farz
olduğuna inanırsa aldığı abdest yine sahîh olur. Yine bunun gibi abdestte hem farz hem de sünnet olan
fiiller bulunduğuna inansa, ancak farzlarla sünnetleri birbirinden ayırd edemese aldığı abdest yine
sahîh olur.
3. Abdeste başladığı anda niyet edip bu niyeti abdest tamamlayıncaya kadar devam ettirmelidir.
Sözgelimi eğer yüzünü yıkarken abdeste niyet ederse, sonra da ellerini sırf temizlik veya serinlemek
amacıyla yıkarsa bu abdesti sahîh olmaz. Ki buna hükmen niyetle beraberlik denir. Eğer bir kişi
abdeste niyet eder, bununla birlikte temizlik maksadıyla da niyet ederse bu niyeti abdesti bozmaz.
Hanbelîler: Bunlar da abdestin sıhhat şartlarına üç tane daha eklemişlerdir:
1. Abdest alınacak su, mübâh bir su olmalıdır. Gasbedilmiş bir suyla alınan abdest sahîh olmaz.
2. Abdest almaya niyet edilmelidir. Niyet edilmeksizin alınan abdest sahîh olmaz. Hanefîlere gelince
bunların nazarında niyet, sünnettir. Bir rükün veya bir şart değildir. Mâlikî ve Şâfiîlere gelince bunlar
demişlerdir ki: Niyet, abdestin rükûnlarından bir rükündür. Niyeti, abdest için bir şart olarak kabul
edenler, yalnızca Hanbelîlerdir. Niyet bahsi geldiğinde rükün ile niyet arasındaki fark açıklanacaktır.
3. Abdestten önce istinca veya isticmar yapılmalıdır. Bunlar yapılmadan alman abdest sahîh olmaz.
İstinca bahsinde bu hususun açıklaması yapılacaktır.53
Abdestin Farzları
Farz kelimesi, lügatte kesmek mânâsına gelmektedir. Istılahta ise yapana sevâb, yapmayana ceza
verilen şey demektir. Ayrıca fıkıhçılar terim olarak “farz” ile “rükn”ü aynı anlamda ele almışlardır. Bir
şeyin farzıyla rüknü aynı anlamı ifade eder. Yine fıkıhçılar farz ve rükün ile şart terimlerini
birbirlerinden ayırmışlardır. Şu bebeble ki: Farz veya rükün, bir şeyi meydana getiren ve onun birer
parçası olan aslî unsurlardır. Şart ise bir şeyin var olmasının kendisine bağlı bulunduğu şeydir. Mesela
namazı ele alalım: Tekbir, rükû’, sücûd… ilh. Bunlar, namazın farzlarıdır. Sıhhatinin şartlarından biri de
vaktin girmiş olmasıdır. Vaktin girmesinden önce kılınan namaz, mâhiyet itibariyle her ne kadar
tamamsa da, şerîat nazarında bâtıldır. Zîrâ sahîh olması için vaktin girmiş olması gereklidir. Bunları
anlattıktan sonra gelelim abdestin farzlarına. Bu farzların sayısında dört mezhebin İmamları ihtilâf
etmişlerdir. Ancak Kur’an-ı Kerîm’de sabit olan farzlar dört tanedir:
1. Yüzü yıkamak,
2. Elleri dirseklere kadar yıkamak,
3. Başın tamamını veya bir kısmını meshetmek,
4. Ayakları mafsal yumru kemiklerine kadar yıkamak.
Âyet-i kerîmede de bu farzlar sayılmaktadır. Şöyle ki:
“Ey imân edenler, namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın.
Başlarınızı meshedin ve her iki topuğa kadar ayaklarınızı da (yıkayın).” 54
Abdestin farzlarının bu kadarında mezheb İmamları ittifak etmişlerdir. Ancak başın meshediliş
şeklinde ihtilâfa düşmüşlerdir. Bazısı başın tümü, bazısı da bir kısmı meshedilir demişlerdir. Bazı
İmamlar bu farzlara birtakım farzlar daha eklemişlerdir. Abdestin farzlarını her mezhebe göre ayrı ayrı
anlatacağız ki meseleler dağınık olmasın ve bu farzları okuyup bilmek güçleşmesin. Sonra da üzerinde
ittifaka varılan hususları ayrıca akılda tutmak gerekir.
Hanefiler dediler ki: Abdestin farzları yukarıda sayılan dört farzdan ibarettir. Eğer bir mükellef, fazla
bir ilâvede bulunmaksızın sadece bu dört farzı yerine getirecek olursa abdestli sayılır. Bununla namaz
kılabilir. Ve abdestli olmadan yapılamayacak ibâdetlerin tümünü yapabilir. Meselâ Mushaf’a dokunup
onu ele alabilir. Ancak sünneti terketmiş olur. Ki sünnetleri terkeden kişinin hükmü de, abdestin
sünnetleri bahsinde anlatılacaktır.
Şimdi de Hanefîlere göre abdestin dört farzını anlatmaya çalışalım:
1. Yüzü yıkamak: Bununla ilgili bazı hükümler vardır. Ki bunları da şöylece sıralayabiliriz:
a. Yüzün uzunlamasına ve genişlemesine sınırının izahı.
b. Yüzde biten çene, bıyık ve kaş tüylerinden yıkamlması gereken yerlerin izahı.
c. Gözlerin iç ve dışlarında yıkamlması gereken ve gerekmeyen yerlerin izahı.
d. Burun kemerinden yıkanması gereken yerlerin izahı.
Yüzün uzunlamasına ve genişlemesine sınırı: Sakalı olmayanların yüzlerinin uzunlamasına sının: Saçın
53 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 69-74.
54 Mâide: 5/6.
alındaki bitme noktasından başlayıp çenenin son noktasında nihayete erer. Saçın mûtad bitme noktası
da normal bir adamda alnın son kısmındadır. Normal olmayan adam da ya keldir veya kâküllüdür. Kel,
saçı ön taraftan gitmiş olan adama denir. Ki sanki başının ön kısmı anadan doğma saçsızdır. Böyleleri,
başlarında veya alınlarında saç bulunmayan bütün yerleri yıkamak mecburiyetinde değildirler. Sadece
normal olarak saçın bitebileceği yerlere kadar olan kısımları yıkamak mecburiyetindedirler. Yani alnın
birazcık üst tarafını yıkarlar.
Kâküllü kimseye gelince bu, saçı uzayıp alnına kadar, hatta bazılarında kaşlarına kadar inen
kimselerdir. Bunlar kelin hükmündedirler. Bunlar da kel gibi, alnın birazcık üst tarafını yıkamak
mecburiyetindedirler. Zîrâ insanların çoğunun saçı bu noktada biter. Bu durumlarda çoğunluk nazar-ı
itibâra alınır. Yaratılışta insanların çoğunluğuna uymayan, mükellefiyet açısından da onlara uymaz.
Yüzün genişlemesine sınırına gelince bu, bir kulağın kökünden (bazıları buna kulak kazığı derler)
başlayıp öbür kulağın köküne kadar davam eder Kulak ile çene kemiği arasındaki beyazlık da tabiî
olarak yüzden sayılmaktadır. Ki burasını yıkamak da vâcibdir.
Yüzde biten tüylere gelince bunların en önemlileri sakal ve bıyıktır. Sakalın hükmüne gelince, bunun
üst taraftan başlayıp çeneye kadar olan ve yüzün derisi üstünde bulunan bölümünü yıkamak vâcibdir.
Tabiî, beşere dediğimiz deri üzerinde bulunan sakal tüylerini yıkamak vâcibdir. Tüylerin uzayan
kısımlarım yıkama mecburiyeti yoktur. Sakallarını uzatanlar, sadece yüzlerinin derisi üzerinde bulunan
kısımlarıyla çene derilerinin üzerinde bulunan kısımları yıkamakla yükümlüdürler. Sonra eğer sakal
seyrekse ve suyun, dipteki derinin dışyüzüne ulaşması mümkünse, bu durumda sakalı parmakla
hilâllemelidir. Ki su dibine ulaşabilsin. Yok, eğer sakal sık ise sadece dış kısmını yıkamak vâcib olur.
Bıyığa gelince, Hanefî mezhebinin önde gelenleri bu hususta görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Bazıları
eğer bıyık, dibindeki deriye su ulaşmayacak kadar sık ise bu durumda alınan abdest geçersiz olur,
bâtıldır, demişlerdir. Diğer bazıları da demişlerdir ki: Bu durumda abdest bâtıl olmaz. Sadece bıyığın
üstünü yıkamak yeterli olur. Abdest hususunda müftâbih olan görüş budur. Ama gusül işine gelince,
gusül yapılırken sık bıyıklar hiç de affedilmez. Bıyık, çok sık olursa gusül bâtıl olur. Guslün bu
durumda bâtıl oluşunun sebebi, şâri’in bıyıkları uzatmayı yasaklamış olmasından ileri gelmektedir. Zîrâ
böylesi bıyıklar yemek kırıntılarını ve kirleri taşırlar. Sık olan bıyıkların yıkanmasında şiddet
gösterilmiştir. Ki insanlar, hiç faydası yokken bıyıklarını aşırı derecede uzatmasınlar.
Bunları anlattıktan sonra geriye yüzdeki tüylerden sadece kaş tüyleri kalmış oluyor. Bunların hükmüne
gelince eğer bunlar, suyun dipteki deriye ulaşmasına imkân verecek kadar seyrek iseler elle
hareketlendirilmeleri vâcibtir. Yok eğer çok sık iseler hilâllemek vâcib olmayıp sadece dış kısımlarım
yıkamakla yetinilir.
Buruna gelince, yüzden sayıldığı için dışının tamamım yıkamak vâcibdir. Küçük de olsa bir parçası
yıkanmasa abdest fâsid olur. Alt taraftaki burun delikleri arasında bulunan ayırıcı kısım da burundan
sayılmaktadır. Burnun içini yıkamak, Hanefîlere göre şart değildir. Yüzde bir yara çıkar, iyileştikten
sonra da yerinde bir çukurluk kalırsa suyun, bu çukurun içine ulaşması gerekir. Tıpkı bunun gibi
yüzdeki kırışıklıkların arasına da suyu ulaştırmak vâcib olmaktadır.
Şunu da hatırlatmakta yarar vardır ki: Bir kişi abdest aldıktan sonra saçını veya sakalını tıraş edecek
olursa abdesti bozulmaz.
2. Elleri dirseklere kadar yıkamak: Abdestin farzlarından olan bu ikincisiyle ilgili bir takım hususlar
vardır. Ki bunları şu şekilde sıralayabiliriz:
a. İnsanın fazla parmağı varsa abdest alırken bunu da yıkaması vâcibdir. Ama fazla bir eli varsa bu el
de aslî elin hizasındaysa onu yıkaması vâcib olur. Ama bu el aslî elinden daha uzunsa, aslî elinin
hizasında olan kısmını yıkaması vâcib, gerisini yıkaması vâcib değildir. Ancak yıkarsa mendub işlemiş
olur.
b. Eline veya tırnağının aslına çamur ve hamur gibi şeyler yapışmışsa bunları gidermesi ve suyu
tırnağının aslına ulaştırması vâcibtir. Aksi takdirde aldığı abdest bâtıl olur. Tırnağın aslından maksat,
parmak etine yapışık olduğu kadarıdır. Eğer tırnak uzar da parmak başım geçerse uzayan yeri de
yıkamak vâcib olur. Aksi takdirde alınan abdest bâtıl olur. Tırnak altındaki pislik ve kirlere gelince,
abdest alan ister köylü ister şehirli olsun, zorlukları gidermek prensibine göre bunlar abdeste zarar
vermezler. Fetva da bu görüş üzerinedir. Hanefî mezhebinden bazı muhakkik âlimler ise, uzamış
tırnakların içine yapışık kirlerin yıkanmasının zorunlu olduğunu, yıkanmadığı takdirde alınan abdestin
bâtıl olacağını söylemişlerdir. Tırnak altında ezâ verecek pisliklerin yığılacağı gerekçesiyle bu, güzel
bir hükümdür. Ancak ekmekçilerin uzayan tırnaklarının altında azıcık hamur kalacak olursa, meslek
zorunluluğu gerekçesiyle bu muaf sayılmıştır. Kına ve boyaların eserleri de abdeste zarar vermez.
Ancak kınanın el üzerinde bir hacim tutacak kadar kalıntısı bulunursa, suyuncleriye ulaşmasına engel
olacağı gerekçesiyle bu, abdeste zarar verir.
c. Eli kesilen bir kişi, elinin geri kalan kısmını yıkamakla yükümlüdür. Eğer farz yerinin tamamı
kesilmişse yıkama yükümlülüğü düşer.
3. Ayakları mafsal yumru kemiklerine kadar yıkamak: Mafsal yumru kemikleri, bacağın alt
tarafında ve ayağın üst tarafında bulunan dışa doğru çıkık iki kemiktir. Bunların arka taraflarını
yıkamak, ayak tabanındaki çatlakların arasını yıkamak da vâcibtir. Ayağının bir kısmı veya tümü
kesilen kişinin hükmü, elinin bir kısmı veya tümü kesilen kişinin hükmü gibidir. Bir kişi ellerini veya
ayaklarını çatlaklar dolayısıyla yağlayıp merhemlese sonra da abdest alsa, yağlı yerler suyu kabul
etmez ve su deriye ulaşmazsa bakılır: Eğer su, merhemin altına ulaştığı takdirde zarar verecekse
yıkamak vâcib olmaz. Eğer zarar vermeyecekse bu merhemi ve yağı silip yerini yıkamak vâcib olur.
Ayakta yarılmalar olur da yıkandığı veya suya daldırılıp derhal çıkarılması hâlinde bile zarar
doğacaksa, bu durumda ayağı yıkama yükümlülüğü düşer. Sadece suyla meshedilir. Mesh etmek de
zararlı olacaksa veya bunu bile yapamayacak kadar âciz ise meshetme yükümlülüğü de düşer. Sadece
zarar vermeyecek yerleri yıkanır.
4. Başın dörtte birini meshetmek: Başın dörtte biri, kişinin avuç içi kadar olarak takdir edilir. Vâcib
olan, başın tümünden avuç içi kadarını mesh etmektir. Abdest alanın avuç içine su değip ıslanır da
sonra avuç içini önden veya arkadan veya herhangi bir tarafından başının üzerine koyarsa bu kendisine
yeterli olur. Şunu da kaydetmek gerekir ki: Baş, illâ da avuç içi ile meshedilecektir diye bir zorunluluk
yoktur. Herhangi bir sebeple başın dörtte birine su değecek olursa bu da yeterli olur. Mesh, elle
yapılırken bunun en azından üç parmakla yapılması şarttır. Ki su, başın dörtte birine, kurumadan önce
ulaşabilsin. Meselâ iki parmakla meshedecek olursa su, başın dörtte birine tam olarak ulaşmak için
hareket etmeden önce olduğu yerde kuruyabilir. Ve messhi, istenen kısımlara ulaşmayabilir. Ama
parmak başlarıyla mesheder ve su da damlalar hâlinde damlarsa bu dmurumda başın dörtte birine
ulaşabilir. Bu, mümkün olduğu için sahîh olarak kabul edilir. Yok, eğer su, damlamamaktaysa bu
mesih sahîh olmaz. Başı meshederken avuçlara ayrıca su almak şart değildir. Eğer avucu ıslaksa bu,
mesh için yeterli olur. Ama avucu ıslak değilse, uzuvlarından birinin üstündeki ıslaklığı alması yeterli
olmaz. Meselâ kollarım yıkarken avucunun içi kuru ise, avucunu kollarının üzerindeki suyla ıslatıp
başım meshedecek olursa bu yeterli olmaz. Saçları alnının ve boynunun üzerine gelecek kadar uzamış
olan bir kimse, başını meshederken sadece boynundaki veya alnının üzerindeki saçları meshedecek
olursa yeterli olmaz. Asıl maksat, başın dörtte birini meshetmektir. Eğer başı tıraşhysa durum açıktır.
Eğer saçlı ise, başının üzerindeki saçları meshedecektir. Yani meshedilen saçların, başın bir parçası
üzerinde bulunması gereklidir. Eğer başının bir kısmı tıraşlı, diğer kısmı tıraşsız ise dilediği taraftan
başının dörtte birini meshedebilir. Bir kişi abdest alırken saçını mesheder de sonra gidip tıraş olursa
abdesti bozulmuş olmaz. Yerden bir parça (temiz) kar alarak başını onunla meshedecek olursa bu da
yeterli olur. Başıyla birlikte yüzünü yıkayacak olursa bu da yeterli olur. Ancak bunda kerahet vardır.
Özürlüler dışındaki bir kimsenin sarık üzerinden başını mesh etmesi caiz olmaz. Yine aynı şekilde
kadınlar da başlarına örttükleri mendil veya eşarp üzerinden başlarını meshedemezler. Ancak bu
örtüler ince olup, suyun nüfuz etmesine engel olmazsa caiz olur. Kadının başına kına yakılmış veya
boya sürülmüşse meshedüirken mesh suyu boyanır ve eski hükmünden çıkarsa bu abdest caiz olmaz.
Eğer su, boyanmayıp eski hükmünden çıkmazsa caiz olur. Hanefîlere göre abdestin farzları bunlardan
ibarettir. Bunların dışında kalan hususlar onlara göre sünnettir. Abdestin sünnetlerinin açıklaması
ileride yapılacaktır.
Mâlîkîler: Abdestin farzlarının yedi tane olduğunu söylemişlerdir:
1. Niyet: Bununla ilgili bazı hususiyetler vardır ki onları şöylece sıralayabiliriz:
a. Tanımı,
b. Keyfiyeti,
c. Vakti,
d. Yeri,
e. Şartları,
f . İptal edicileri.
Tanımı ve keyfiyeti: Bir işi irâde edip yapmaya yönelmektir. Bir kişi, bir işi yapmaya yönelip
kasdettiğinde ona, “bu işe niyet etti” derler. Niyetin abdestteki keyfiyetine gelince, kişinin,
abdestsizliğin mâni olduğu bir işin önündeki engeli kaldırmak istemesi veya hades hâlini ortadan
kaldırmayı istemesi veyahut da bir farzı edâ etmeye yönelmesidir. Açıkça bilinen bir husustur ki
niyetin yeri kalbtir. Bir kişi, anlatılan keyfiyetlerden biriyle abdest almaya yönelirse niyet etmiş olur.
Diliyle söylemesi şart değildir. Niyeti, abdestin sonuna kadar kalbte tutmak da şart değildir. Abdest
alırken niyet ettikten sonra sonuna kadar niyeti kalbte tutmayıp aklı başka tarafa dalacak olan kimsenin
abdesti bâtıl olmaz.
Niyetin vaktine gelince; niyet, abdestin başlangıcında yapılmalıdır. Abdest alan kişi bazı organları
niyetsiz olarak yıkarsa abdesti bâtıl olur. Ama niyeti abdeste başlamadan (örfe göre) kısa bir zaman
önce yapacak olursa bu niyet geçerli olur. Meselâ abdest almak için bir yere oturup niyet ederse sonra
da hizmetçi, ibriği getirip eline su dökerse ve yeniden niyet etmezse bu ab’desti sahîh olur. Çünkü niyet
ile abdest arasına uzun bir zaman fasılası girmemiştir. Niyetin şartlarına gelince bunlar, üç tanedir:
a. Müslüman olmak,
b. Mümevviz olmak
c. Kesin karar vermek.
Meselâ “gayr-ı müslim” biri, bir ibâdet yapmaya niyet edecek olursa bu niyeti sahîh olmaz. Dinî
yükümlülüklerin derecelerini bİribirinden ayırd edemeyen, İslâmiyet’in ne demek olduğunu bilemeyen
çocukların ve delilerin niyetleri de sahîh olmaz. Mümeyyiz çocuğun niyeti sahihtir. Abdest alacak kişi,
niyetinde tereddüt edecek olursa abdesti sahîh olmaz. Sözgelimi kendi kendine: “Eğer abdestini
bozulmuş ise abdest almaya niyet ettim” dese, bu niyet sahîh olmaz. Zîrâ niyet ederken kesin karar
vermek gereklidir.
Niyeti iptal edici şeylere gelince bu, abdest esnasında niyeti inkâr etmektir. Meselâ abdesti iptal etmeye
ve abdesti tamamlamamaya niyet ederse abdesti iptal edilmiş olur. Ama abdesti tamamladıktan sonra
böyle bir niyette bulunacak olursa abdesti sahîh olduğundan dolayı, başka şeylerle bozulmadığı
takdirde bu niyetle bozulmaz.
2. Yüzü yıkamak: Yüzün uzunlamasına ve genişlemesine sının, Hanefîlerin anlattıkları gibidir. Ancak
Mâlikîler demişlerdir ki: Kulak köklerinin üzerinde bulunup başa bitişik olan beyaz kısmın yıkanması
değil de mes-hedilmesi vâcibtir. Zîrâ bu kısım, yüze değil de başa tâbidir. Yine bunun gibi
şakaklardaki saçlar da başa tâbidir. Fakat Hanefîler derler ki: Şakaklar-daki saçlar yüze tâbidir.
Yıkanması farzdır.
3. Dirseklerle beraber elleri yıkamak: Hanefîlerde olduğu gibi bunlarda da parmak uçlarındaki
kırışıklıkların arasını ve parmak uçlarını örtecek kadar uzanan tırnakların altını yıkamak vâcibtir.
Bunlar derler ki: Aşırı miktarda çok olmadıkça tırnak altındaki pislikler afvolunan pisliklerdendir.
4. Başın tümünü meshetmek; Başın sının, ön tarafta alnın saç -bitim noktasından başlayıp geriye
doğru giderek ense kökünde sona erer. Şakaklardaki tüylerle kulak köklerinin.üst kısmındaki tüysüz
beyaz yer de baştan sayılır. Az olsun çok olsun uzamış olan saçların tümünü meshetmek vâcibtir. Bir
kişi, saçlarını örmüş ise ve bu örgüsünü üç iple örmüş ise başını meshederken bunları çözmesi vâcibtir.
Ama iki veya daha az sayıda iple örmüş ve örgüsü de sık ise meshederken çözmesi vâcib olur. Sık
değilse önemi yoktur. Örgüsünü ipsiz olarak örmüş ise bu, ister sık ister gevşek olsun çözülmediği
takdirde abdeste zararı olmaz. Başın meshi esnasında örgünün çözülmesi, bunun iple örülmüş olması
şartına bağlıdır. İple örme, bazı köylülerde görülen bir âdettir. Şehir toplumunda yerleşmiş olan
gelenek gereği saçları arkada örgüsüz olarak toparlamak veya ipsiz olarak örmek meshe zarar vermez.
Önce de geçtiği gibi Hanefî Mezhebine göre, neresinde ve ne şekilde olursa olsun başın dörtte birinin
meshedilmesinin yeterli olduğu bilinmektedir. Şafiî mezhebi bu hususta daha da toleranslı davranıp az
olsun çok olsun, başın bir parçasının meshedilmesini yeterli görmüştür. Ki az ileride bunun açıklaması
yapılacaktır. Bir kişi başını yıkasa bu, mesh yerine geçerli olur. Ne ki bu mekruh bir davranıştır. Zîrâ
Allah, yıkamayı değil mesh etmeyi emretmiştir. Bir kişi başını meshettikten sonra tıraş olup saçını
kestirecek olursa meshini yenilemesi gerekmez. Başın derisi soyulacak olsa bile yine meshi yenilemez.
Bu, ittifakla böyledir. Kulakların dış kısmına gelince, baştan sayılmadığı dolayısıyla meshedilmeleri
vâcib değildir. Bunda da ittifak vardır. Yalnız Hanbelîler kulakları başın bir parçası saymaktadırlar.
5. Ayakları mafsal yumru kemikleriyle birlikte yıkamak: Bunlar, bacağın alt kısmında ve ayakların
üst tarafında bulunan çıkıntılı iki kemiktirler. Ayakların tabanındaki çatlakları yıkamak da vâcibtir. Bu
hüküm, Hanefî mezhebinde de vardır. Ayakların yıkanması, farz olan kısmının tümü kesilmiş olursa
Hanefî mezhebinde de olduğu gibi yıkama yükümlülüğü düşer.
6. Muvâlât: Buna çabuk davranma da denebilir. Bunu şöyle de tanımlayabiliriz: Abdest almakta olan
bir şahıs, bir organ kurumadan diğerini yıkamaya geçmelidir.
Zaman, mekân ve mizaç normal olduğu takdirde bir organın kurumasını beklemeksizin bir sonraki
organı yıkamaya başlamalıdır. Zamanın normal olmasından kasıt, suyun alışılmamış şekilde
kurumasına sebebiyet vermeyecek bir mevsimde bulunulmamasıdır. Mekânın normal olmasından kasıt,
suyu kurutacak derecede sıcak veya donduracak derecede soğuk bir yerde bulunulmamasıdir. Mizacın
normal olmasından kasıt ise, kişinin yaratılışında suyun çabucak kurumasına yol açacak bir hararetin
bulunmamasıdır.
Abdestin organları, bu organlar ister yıkananlar olsunlar (yüz, el ve ayak gibi), ister meshedilenler
olsunlar (baş gibi) bunların biri kurumadan diğerine geçilmesi gerekir. Meselâ baş meshedildikten
sonra hemence ayakların yıkanmasına geçilmelidir. Başın kurumasıyla diğer organların kurumasının
süresi aynı olarak kabul edilmektedir. Muvâlâtın farz olmasının iki şartı vardır:
a. Muvâlâtın, abdest alanın hatırında olması lâzımdır. Ama unutur da ellerini yıkarsa, sonra da yüzünü
yıkarsa bu sahîh olur. Ama bunu abdesti tamamlama esnasında hatırlayacak olursa niyetini yeniden
yapması gerekir. Çünkü önceki niyeti, unutmaktan ötürü batıl olmuş olur.
b. Muvâlattan âciz olması, ama bunda da aşırılığa gidilmemesi: Meselâ abdest için suyunu yanına
indirir ve bu suyun abdeste yeteceğine kanaat getirir de abdestini alırken diyelim ki yüzünü ve ellerini
yıkadıktan sonra su. tükenir, abdesti tamamlamak için yeni suya ihtiyâç doğarsa, su gelinceye dek,
yıkamış olduğu organlar kurursa bu durumda muvâlât, farz olmaktan çıkar. Yeni gelen suyla da
abdestin geri kalan kısmını tamamlar. Yani başını meshedip ayaklarını yıkarsa aradan uzun bir zaman
geçmiş olsa bile abdesti tamamlanmış olur.
Aşırılığa kaçmamaya gelince diyelim ki: Abdest suyunu yanına indirdiğinde bu suyun abdest için
yeterli olacağından şüpheye düşer, yine de abdest almaya başladıktan sonra tamamlayamadan su
tükenirse ikinci bir su gelinceye kadar da aradan epeyi zaman geçerse bu durumda önceden yıkamış olduğu veya meshettiği organların hükmü geçersiz olur. Abdeste yeniden başlar. Ama aradan kısa bir
zaman geçerse abdestin geri kalan kısmını tamamlamakla yetinir.
7. Organları ovmak: Yıkanan organların üzerinde eli gezdirmeye ovmak denir. Ki bu, saçların ve
parmakların arasını hilâllemek gibi farzdır.
Şafiiler dediler ki: Abdestin farzları altı tanedir:
1. Niyet: Burada niyetin tanımını ve şartlarını ele alacağız. Geri kalan bahisleri, Mâlikîlerin önce
bahsettikleri şeylerden hemen hemen farksızdır. Ancak iki durum müstesnadır:
a. Mâlikîler derler ki: “Niyet eder etmez hemen abdeste başlanılır” diye bir şart ileri sürmek doğru
değildir. Niyet edildikten sonra örfe göre kısa bir aralıktan sonra da abdeste başlanabilir. Fakat Şâfiîler
böyle demeyip, “niyet ile abdestin ilk başlangıç cüzü birlik içinde olmalıdır” demektedirler. Abdestin
farzlarının başlangıcı yüzü yıkamak olduğuna göre, yüzün yıkamaya ilk başlanılması anında abdeste
niyet edilmesi gerekir. Eğer yüz, niyetsiz olarak yıkanacak olursa alman abdest geçersiz olur. Ama
yüzün yıkanmasına başlanıldığında niyet edilir, fakat bu niyet, yüzün yıkanmasının sonuna kadar
hatırda tutulmayıp unutulacak olursa abdest yine sahîh olur. Niyetin ilk başta yapılması yeterli olur.
Çünkü yüzün tamamını yıkaymcaya kadar, niyeti hatırda tutmak şart değildir. Avuç içi yıkanırken,
mazmaza ve istinşak yapılırken niyet edilirse bu niyet sahîh olmayıp alınan abdest de bâtıl olur. Ama
mazmaza anında dudakların dış kısmını yıkarken niyet edilirse bu niyet sahîh olur. Çünkü dudaklar da
yüzden sayılmaktadırlar. Sonra yüzden olması dolayısıyla, dudaklarını yıkayacak olursa, yüzünü
yıkarken kişinin dudaklarını yeniden yıkaması gerekmez. Ama sadece yıkamak kasdiyle veya sünnet
olduğu niyetiyle yıkayacak olursa yüzünü yıkarken dudaklarını yeniden yıkaması, mûtemed görüşe
göre farz olur.
Eğer yıkanmasına engel olacak bir yara olduğundan ötürü yüz yıkanmayacak olursa bu durumda niyet,
kolları yıkarken yapılır.
b. Abdest alırken hades halini gidermeye niyet etmek, Mâlikîlere göre de mutlaka sahîh olmaz. Böyle
bir niyet, ancak sağlıklı ve bedeninde arızası bulunmayan bir insan tarafından yapıldığı takdirde sahîh
olur. Ama sürekli olarak kendisinde sidik akıntısı bulunanlar gibi özür sahibi kimseler, böyle bir
niyette bulunamazlar. Bulunsalar bile bu niyetleri sahîh olmaz. Bu gibi kimseler, abdest alırken ancak
namaz kılma veya Mushaf’a dokunma veya bunlara benzer, abdestsiz yapılamayacak işlerin ruhsatını
elde etmeye niyet edebilir. Çünkü bunlar abdest almakla hades hâlini ortadan kaldıramazlar. Abdest
alırken, hades hâlini ortadan kaldırmaya niyet etseler bile hadesleri kalkmış olmaz. Ancak namaz
kılmaları veya abdest almadan yapılamayacak işleri yapabilmeleri için sâri tarafından abdest almaları
emredilmiştir.
2. Yüzü yıkamak: Yüzün uzunlamasına ve genişlemesine sınırı, Hanefîlerde olduğu gibidir. Ancak
Şâfiîler, çene altını yıkamanın da vâcib olduğunu söylemişlerdir. Ki Şâfiîler, bu hususta yalnız
kalmıştırlar.
Uzun sakalın yüze tâbi olduğu ve dolayısıyla yıkanmasının vâcib olduğu hususunda Şâfiîler, Mâliki ve
Hanbelîlere muvafakat etmişlerdir. Sakalın baştan sona yıkanması vâcibtir. Hanefîler buna muhalefet
etmişlerdir.
Şakaklardaki kıllarla kulak köklerinin üzerinde bulunan tüysüz beyaz kısmın yüzden sayıldığı,
dolayısıyla yıkanmasının vâcib olduğu hususunda Şâfiîler Hanefîlerle görüş birliği etmişlerdir.
Mâlikîlerle Hanbelîler, bunun tersi görüşe sahiptirler.
Saçın hİlâllenmesi meselesine gelince Şâfiîler, diğer İmamlarla görüş birliği yaparak şu yargıya
varmışlardır: Saç eğer altındaki deri görülecek kadar seyrekse, suyun alttaki deriye ulaşması için
hilâllenmesi vâcib olur. Yok, eğer çok sıksa sadece dış kısmını yıkamak vâcib olur. Ancak hilâllenmesi
sünnettir.
Ancak Mâlikîler demişler ki: Sık saçları hilâllemek her ne kadar vâcib değilse de elle hareket
ettirilmesi vâcibtir. Böyle yapmakla su, her ne kadar deriye ulaşmasa da saç tellerinin arasına girmiş
olur. Hilâllemeye gelince bu vâcib değildir. Mezhep İmamları, seyrek saçların hilâllenerek suyun
alttaki deriye ulaşması gerektiği hususunda ittifak etmişlerdir. Sık saçlara gelince, mezheb
İmamlarından üçü, bu saçların sadece dış yüzünün yıkanılmasının yeterli olacağı hususunda ittifak
etmişlerdir. Mâlikîler, dış yüzünü yıkamaya ek olarak saçların elle hareketlendirilmesini de gerekli
görmüşlerdir. Bundaki maksat, saçların altındaki deriye suyu ulaştırmak değil de saçların rahatlıkla
yıkanabilecek kısımlarının yıkanmasıdır.
3. Dirseklerle beraber elleri yıkamak: Bu konudaki detayların tümünde Şâfiîler, Hanefîlerle görüş
birliği içindedirler. Ancak Şâfiîler bir hususta demişler ki: Tırnak altlarındaki pislikler, parmağın tırnak
hizasındaki deriye suyun ulaşmasına engel oluyorsa bu pislikleri gidermek vâcib olur. Ancak Çamurlu
işlerde çalışan işçiler, bu pisliklerin az olup parmak ucunu kaplamayacak kadar olması hâlinde muaf
tutulmaktadırlar.
4. Az da olsa başın bir kısmını meshetmek: Başı elle meshetmek şart değildir. Kişi, eğer başına su
serpecek olursa bu, mesh için yeterli olur. Başında saç bulunup bu saçın bir kısmını meshedecek olursa
yine yeterli olur. Ama saçı uzayıp başından aşağıya inerse, baştan inen saçın bir kısmını mesh etmesi
yeterli olmaz. Bizzat başın üzerine yapışık olan saçı meshetmek gerekir. Baş, meshedileceğine
yıkanırsa bu, mesh yerine geçerli olur. Böyle yapmak her ne kadar mekruh değilse de meshedilmesi
daha uygun olur.
5. Mafsal yumru kemikleriyle birlikte ayaklan yıkamak: Ayakların yıkanması hususunda Şâfiîler,
önce anlatılan hususlarda Hanefîler ve diğerleriyle görüş birliği içindedirler.
6. Kur’an-ı Kerim’de zikredilen dört organ arasında tertibe uymak: Buna göre önce yüz
yıkanacak, sonra da eller dirseklere kadar… Baş meshe-dilecek. Daha sonra da ayaklar, mafsal yumru
kemiklerine kadar yıkanacak. Bu tertibteki organlardan biri öne alınır veya geriye bırakılacak olursa
abdest bâtıl olur. Bu hususta Hanbelîler, Şâfiîlerle görüş birliği içindedirler. Hanefîlerle Mâlikîler
derler ki: Tertip farz değil sünnettir.
Hanbeliler dediler ki: Abdestin farzları altı tanedir:
1. Yüzü yıkamak: Yüzün uzunlamasına ve genişlemesine sınırı hususunda Mâlikîlerle görüş birliği
içerisindedirler. Bunlar demişlerdir ki: Şakaklardaki saçlarla kulak köklerinin üst kısmındaki beyazlık
yüzden değil de baştan sayılmaktadır. Vâcib olan, bunları yıkamak değil de meshetmektir. Ağız ile
burnun içi hususunda tüm İmamlara muhalefet ederek buraların yüzden sayılacağı, dolayısıyla da
mazmaza ve istinşak yaparak buraların yıkanmasının farz olduğunu söylemişlerdir. Niyet hususunda da
diğer İmamlara muhalefet ederek niyetin, abdestin sıhhat şartlarından biri olduğunu söylemişlerdir. Her
ne kadar bir farz olarak abdestin mâhiyetine dâhil değilse de niyetsiz alman abdest sahîh olmaz.
Bilindiği gibi Şâfiîlerle Mâlikîler niyetin, abdestin farzlarından biri olduğunu, Hanefîlerse sünnet
olduğunu kabul etmişlerdir.
2. Dirseklerle beraber elleri yıkamak: Hanefîlerin ve diğerlerinin de dedikleri gibi: Ellerin
başlangıcından dirsek kemiklerinin çıkıntısının sonuna kadar yıkamak farzdır. Parmakların
kırışıklıklarının arasını, parmak başlarının üstünü kaplayacak kadar uzayan tırnakların altlarını
yıkamak da vâcibtir. Tırnakların altındaki az kirlerse muaf sayılır.
3. Başın tümünü meshetmek: Kulaklar baştan sayıldıkları için onları da meshetmek farzdır. Başın,
alnın üst tarafındaki saç-bitim noktasından başlayarak ense köküne kadar tamamının meshedilmesi
hususunda Hanbelîler, Mâlikîlerle görüş birliği etmişlerdir. Eğer saçlar boyuna veya omuza kadar
uzanacak olursa sadece başın hizasında bulunan kısımları mesh edilecektir. Bastan artıp aşağıya inen
kısımları meshetmek vâcib değildir. Malikîlerse, aşağıya sarkan saçların tümü meshedilecektir derler.
Hanbelîler, bu hususta da onlara muhalefet etmişlerdir. Nitekim kulakları baştan sayan mez-heblere de
muhalefet etmişlerdir. Başkalarının dediği gibi başın yıkanması, Hanbelîlerce de mesh yerine geçerli
olur. Ancak baş yıkanırken elin, üzerine sürülmesi şarttır. Ama bilindiği gibi yine de bu mekruhtur.
4. Mafsal yumru kemikleriyle birlikte ayakların yıkanması: Bu kemikler, bacakların alt kısmında
ve ayakların üstünde bulunan çıkıntılı iki kemiktirler. Diğer mezheblerde bu mevzuda anlatılan
vâcibler, bu mezhebte de aynısıyla geçerlidirler.
5. Tertip: Yüz, kollardan önce yıkanmalıdır. Kollar, baştan önce yıkanmalıdır. Baş, ayaklar
yıkanmadan önce meshedilmelidir. Bu tertibe uyulmadığı takdirde abdest batıl olur. Ki bu hususta
bunlar, Şâfîîlerle görüş birliği içindedirler. Bu iki mezheb de tertibi abdestin farzlarından saymışlardır.
Mâlikîler ile Hanefîler, bu farzlar arasındaki tertibin sünnet olduğu görüşündedirler. Meselâ abdest
almakta olan bir şahıs, önce kollarını, sonra yüzünü yıkayacak olursa veya ellerini yıkamadan önce
ayaklarını yıkayacak olursa bu abdest Mâlikîlere göre sahîh, Hanefîlere göre kerahetle birlikte sahîh,
Hanbelî ve Şâfiîlere göre ise kökten bâtıldır.
6. Muvâlât: Mâlikî mezhebinde de anlatıldığı gibi muvâlât, acele davranmak anlamını ifade
etmektedir. Buna göre muvâlât: Abdest alırken bir organ kurumadan diğerini yıkamaya başlamak
demektir. Mâlikîlerin bu husustaki detaylı görüşleri ilgili bölümde anlatıldı. Şâfiîlerle Hanefîlere
gelince bunlar derler ki: Muvâlâtın bu organlar arasında uygulanması sünnettir. Farz değildir. Bir
organın kurumasından sonra öbür organı yıkamak mekruhtur. Sünnet odur ki: Sözgelimi yüz
yıkandıktan sonra hemence elleri yıkamaya geçmelidir. Kollar yıkandıktan sonra da hemen baş
meshedilmelidir. Ama eğer yüz yıkandıktan sonra suyu kuruması beklenir, sonra da kolların yıkanmasına geçilirse bu abdest, kerahatle birlikte sahîh olur. Ancak Şâfiîler demişler ki: Sürekli idrar
akıntısı veya başka bir özrü bulunan kimsenin muvâlâtı uygulaması vâcibtir.55
Abdestin Farzlarına Dair Anlatılanların Özeti
Mezheb İmamları Kur’an-ı Kerîm’de zikrolunan dört farz üzerinde ittifak etmişlerdir. Ki bunlar da
yüzün yıkanması, ellerin dirseklere kadar yıkanması, başın tümünün veya bir kısmının mesh edilmesi,
mafsal yumru kemiklerine kadar ayakların yıkanmasıdır. Hanefîler diğer üç mezhebe muhalefet ederek
bu dört farza hiçbir şey eklememişlerdir.
Sonra İmamlar, yüzün sınırıyla ilgili olarak da ihtilâf etmişlerdir. Mâlikîler, Şâfiîler ve Hanbelîler
demişler ki: Yüzün sının ön tarafta sacın (alın üzerindeki) normal bitim noktasından başlayıp sakalı
olmayanlarda çenenin son noktasında nihayete erer. Sakalı olanlarda ise sakal kılının her ne kadar uzun
olsa bile son uç noktasına kadar devam eder. Yalnız Şâfiîler demişler ki: Çenenin altı da yüzden sayılır.
Yıkanması vâcibtir. Hanefîlerse, sakalı çene derisinden çıkıp uzayan kimsenin çene altını yıkaması
vâcib değildir diyerek Mâlikî ve Hanbelîlerle görüş birliği etmişlerdir. Diğer taraftan kulak köklerinin
üst kısmındaki tüysüz beyazlığın yüzden sayıldığı ve dolayısıyla yıkanması gerektiği hususunda
55 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 74-84.
Hanefîlerle Şâfiîler, Mâlikî ve Hanbelîlere karşı görüş birliği etmişlerdir. Çünkü bu sondaki iki mezheb
bahse konu yerin baştan sayıldığı ve dolayısıyla meshedilmesi gerektiği görüşündedirler.
Karşıdan bakan birinin görebileceği kadar seyrek olup, dipteki derisi görülen saçları baş meshedilirken
hilâllemek gerekir. Bütün mezheb İmamları bu hususta ittifak etmişlerdir. Maksat, suyun deriye
ulaşmasıdır. Ama eğer saçlar sıksa sadece’dış kısmının yıkanması vâcibtir. Hilâllenmesi ise vâcib değil
sünnet olur. Mâiikîlerse bu hususta şöyle derler: Sık saçları hilâllemek her ne kadar vâcib değilse de,
suyun saç aralarına girmesi için saçların elle hareket ettirilmesi vâcib olur. Bu hareketlendirme sonucu
su, saç aralarına girmezse de bunun abdeste bir zararı olmaz. Üç mezheb İmamı, kulakların yüzden
sayılmayacağı hususunda ittifak etmişlerdir. Ancak Hanbelîler bunlara muhalefet ederek kulakları
yüzden saymışlar ve yıkanilmasının vâcib olduğunu söylemişlerdir.
Hanbelîlerle Mâlikîler, başın tümünün meshedilmesi hususunda ittifak etmişlerdir. Bunlara karşı
Şâfiîlerle Hanefîler, sadece bir kısmını mesh etmek farzdır diyerek görüş birliği etmişlerdir. Bunlara
göre başın tümünü meshetmek sünnettir. Şu da var ki: Şâfiîler, başın çok az kısmının meshedilmesi
farzdır demişlerdir. Hanefîlerse başın dörtte birinin meshedilmesi -ki bu da kişinin el ayası kadardırfarzdır demişlerdir.
Mâlikîlerle Hanefîler, abdest organları arasında tertibe riâyet etmenin farz değil de sünnet olduğu
hususunda ittifak etmişlerdir. Meselâ yüz yıkanmadan önce eller yıkanırsa abdest bâtıl olmaz.
Hanbelîlerle Şâfiîler buna muhalefet ederek tertibin farz olduğunu söylemişlerdir.
Mâlikîlerle Şâfiîler görüş birliği sağlayarak niyetin farz olduğunu söylemişlerdir. Ancak niyetin
vaktine ilişkin olarak ihtilâfa düşmüşlerdir. Mâlikîler, abdeste başlamadan örfen kısa sayıiauak bir
zaman önce niyet etmenin sahîh olduğu görüşünü ileri sürmüşlerdir. Şâfiîlerse, yüzün yıkanmasına
başlandığı anda niyet etmek zorunlu olarak gerekir, demişlerdir. Şayet yüzün yıkanmasına engel bir
özür olursa bu durumda niyet, ellerin yıkanmasına başlandığı anda yapılmalıdır.
Hanbelîlerle Hanefîler yine görüş ayrılığına auşerek Hanbelîler, niyetin farz değil de şart olduğunu
söylemişlerdir. Hanefîlerse sünnet olduğunu söylemişlerdir.
Şâfiîlerle Hanefiler görüş birliği yaparak muvâlâtın, yani bir organ kurumadan diğerini yıkamaya
başlamanın farz değil de sünnet olduğunu söylemişlerdir. Bunlara karşı Mâlikîlerle Hanbelîler de
bunun farz olduğu hususunda görüş birliği sağlamışlardır. Mâlikîlerin buna ilişkin detaylı görüşleri
daha önce de anlatılmıştır.56
Abdestin Sünnetleri
Sünnet, mendub, müstehab ve faziletin anlamına ilişkin olarak mezhebler farklı görüşler ileri
sürmüşlerdir. Bazısı bunların eşanlamlı kelimeler oldukları, yapanın sevâb kazanacağı, terk edeninse
cezalandırılmayacağı görüşündedirler. Bazısı da sünnetin, müstehab ve mendubtan ayrı olduğu, zîrâ
yapılmasının kuvvetle istendiği görüşündedirler. Bu görüşte olanlara göre her halükârda sünneti yerine
getiren sevâb kazanır. Terk edense cezalandırılmaz. Bazısı da sünnetin müstehab ve mendubtan ayrı
olduğunu söylemiş, müekked ve gayr-ı müekked olmak üzere iki kısma ayırmışlardır. Bunlara göre
müekked sünneti terkeden her ne kadar cehennem ateşi ile azâblandırılmayacaksa da Peygamber
(s.a.s.) Efendimizin şefaatinden mahrum kalmakla cezalandırılacaktır. Bu nedenle önce sünnetin
mezheblere göre tanımını ve anlamıyla ilgili geniş açıklamaları sunmayı, sonra da her mezhebe göre
sünnetleri toplu olarak zikretmeyi, bundan sonra da akılda tutulması kolay olsun diye mezhebler
arasındaki ittifaklıve ihtilaflı sünnetleri ele almayı uygun gördük.
Şafiiler dediler ki: Sünnet, mendub, müstehab ve tatavvu’ eş anlamlı kelimeler olup mükelleften,
yapması kesin olarak istenmeyen davranışlardır. Bu davranışlarda bulunanlar sevâb kazanır;
terkedenlerse cezalandırılmazlar. Bunlara göre sünnetler sünnet-i ayn ve sünnet-i kifâye olmak üzere
iki kısma ayrılırlar. Bunlardan birincisi zorunlu olmamakla birlikte yükümlünün şahsından yapılması
istenen bir davranıştır. Her yükümlü, ayrı ayrı bu emre muhatabtır. Buna örnek olarak farz namazların
beraberinde kılınan sünnetleri gösterebiliriz. İkincisine gelince bu, toplumun yapması istenen
davranışlardır. Toplum bireylerinin bazısı bu emri yerine getirecek olurlarsa diğerlerinin bu husustaki
56 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 84-86.
yükümlülükleri ortadan kalkar. Meselâ bir cemâat, yemeğe oturduğunda bunlardan yalnız biri besmele
getirirse diğerlerinin besmele getirme yükümlülükleri düşer. Fakat sevabı, sadece besmeleyi getiren
şahıs kazanır.
Malikiler dediler ki: Sünnet, şârün yapılmasını kuvvetle emrettiği davranıştır. Ki bu davranışlar, şâri’
tarafından kadri yüpeltilmiş davranışlardır. Bunları cemâatte izhâr etmiştir. Ancak bu davranışların
vâcib olduklarına dâir bir delil mevcud değildir. Yapan sevâb kazanır. Ama yapmayan
azâblandırılmaz. Bunlara göre sünnet, mendubtan ayrı olan bir davranıştır, Mendub, şârün yapılmasını
kuvvetle emretmediği davranıştır. Yapan sevâb kazanır. Yapmayan azâblandırılmaz. Bunlar, fazilet
kelimesini bazan mendub yerine de kullanırlaii Buna örnek olarak da ikindi namazının ilk dört rek’atini
göstermektedirler.
Hanefîler: Sünnetleri iki kısma ayırmışlardır:
a. Müekked sünnet: Bunların nazarında bu sünnet, vâcib mânâsına gelmektedir. Bunlar derler ki:
Vacibin hükmü, mertebece farzdan daha aşağıdadır. Vâcib, hükmü şüpheli bir delille sabit olan bir
yükümlülüktür. Buna amelî farz da denebilir. Şu anlamda ki, vâcib; amellerde farz muamelesi
görmektedir. Terk etmekten ötürü günahkâr olunur. Vâcibte tertip ve kaza zorunludur. Ancak vacibin
farzlığına inanmak gerekli değildir. Meselâ vitir namazı gibi. Bunu terkeden günahkâr olur. Ama farz
oluşunu inkâr eden tekfir edilemez. Beş vakit namazın farzları ise böyle olmayıp hem inanılması, hem
de uygulanması bakımından farzdırlar. Bunları terk eden günahkâr, inkâr edense kâfir olur. Yalnız
Hanefîlere göre vacibi terkeden, farzı terkeden kadar günahkâr olmaz. Muhakkak olan şudur ki: Bu
gibi kimseler bu günâhlarından ötürü cehennem ateşiyle azâblanmazlar. Ancak Peygamber (s.a.s.)’in
şefaatinden mahrum kalırlar. Böylece de anlaşılmış oluyor ki: Hanefîler bir şey için “Bu sünnet-i
müekkededir” dediklerinde, bununla vacibi kasdetmiş olurlar. Bu vasıftaki bir davranış namaza dâhil
ise sehven terkinden ötürü sehiv secdesi yapılması mecburî olur.
b. Gayr-ı müekked sünnet: Hanefîler buna mendub ve müstehab da derler. Yapan sevâb kazanır.
Terk eden ise cezalandırılmaz.
Hanbeliler dediler ki: Sünnet, mendub ve müstehab eş anlamlı kelimeler olup bunların ifade ettikleri
davranışları yerine getiren sevâb kazanır. Terk edense Şâfiîlerin de dedikleri gibi azâblandırılmaz.
Ancak bunlar sünneti, müekked ve gayr-ı müekked olmak üzere iki kısma ayırmaktadırlar. Müekked
olana misâl, vitir ve sabah namazının sünnetiyle teravih namazı gibi. Bunları kılmak sevâb,
terketmekse mekruhtur. Müekked olmayan sünneti terketmekse mekruh değildir.57
Abdestin Sünnet Ve Mendublarının Sayımı
Sünnet, mendub, müstehab ve fazîiet kavramlarının izahı hususunda mezheblerin ayn görüşlere sâhib
olduklarını öğrenmiş bulunuyoruz. Bazı mezheb İmamları sünnet, mendub, müstehab ve tatavvu
kelimelerinin eş anlamlı olduklarını; bazılarıysa bunların ayrı anlamları ifade ettiklerini ileri
sürmektedirler. Bu hususta her mezhebin kendi görüşünü dipnotlarda detaylı bir şekilde anlatmış
bulunmaktayız.
Hanefiler dediler ki: Abdestin sünnetlerinin bir kısmı müekkeddirler. Ki bunları yapan sevâb kazanır,
yapmayansa azâblandınhr. Örneğin vâcib gibi: Bunlara göre vâcib ile farz arasında bir ayırım mevcud
olduğu da bilinmektedir. Abdestin müekked sünnetleri şunlardır:
a. Besmele: Abdest alacak olan ister uykudan uyanmış olsun, ister uyanık halde bulunsun zorunlu
olarak besmele sünnetini yerine getirmekle yükümlüdür. Besmelenin yeri, abdestin ilk başlangıç anıdır.
“Besmele” ilk başta unutulur, birkaç organ yıkandıktan sonra hatırlanacak olur ve “besmele” çekilirse
bu sünnet yerine getirilmiş olmaz. Ancak ilk başta unutup da abdesti bitirmeden önce hatırlayan bir
şahıs yine de “besmele” çeker. Ki abdesti hiç değilse “besmele”siz olmasın. İstincâdan önce ve sonra
da “besmele** çekilmesi gerekir. Ancak istincâ yapan, avreti açık iken veya necaset mahallinde iken
“besmele” getiremez. Nitekim bu husus istincâ bahsinde ayrıca anlatılacaktır. Rasülullah (s.a.s.) dan
rivayet edilen “besmele” metni şudur:
“Ulu Allah’ın adıyla başlarım. İslâm dînini bize bahşettiğinden ötürü de Allah’a hamd ederim.”
Bir kişi abdestin başlangıcında, veya veyahutta derse sünneti yerine getirmiş olur.
57 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 86-87.
b. Elleri bileklere kadar yıkamak: Bilindiği gibi bilek, avucun dışında ve orta parmak köküyle ondan
önceki parmak kökü arasında bulunan çukur kısımdır. Bazı Hanefîler, su kabına daldırmadan elleri
bileklere kadar üç defa yıkamak farz, bu işi abdestin diğer fiillerinden önceye almak da sünnettir
demişlerdir. Elleri kabta yıkamayla ilgili detaylar da vardır. Zîrâ elin yıkanacağı kab leğen, kova ve
benzeri açık kablardan olacağı gibi, ibrik ve benzeri kapalı kablardan da olabilir. Eğer ibrikse bunu sol
eliyle tutup suyu üç defa sağ eline dökmesi, sca/u da sağ eliyle tutup üç defa sol eline dökmesi
müstehab olur. Eğer kab açık ise bu kabtan tas gibi su almaya yarayacak bir şey varsa bu tası önce sol
eliyle tutup üç defa sağ eline dökmesi; sonra da sağ eliyle tutup üç defa sol eline dökmesi müstehab
olur. Yok eğer beraberinde kaptan su alacak tas ve benzeri bir şey yoksa sol elinin parmaklarını
birbirine yapıştırarak avuçlarına kadar suya daldırması müstehab olur. Bu parmaklarıyla su alır. El açık
ve parmaklar bitişik, kepçevâri ve azıcık da kavisli bir şekilde suya daldırılacak, avuçsa suya
girmeyecektir. Eğer avucunun tümünü suya daldırırsa, kaptaki de az su olduğundan avuca gelen su
müsta’mel su hükmüne girer. Ancak abdest almakta olan kişi, avucuna gelen suyun, avuçladığı suyun
yansı kadar olmadığına gâlib zanla hükmederse bu durumda müsta’mel olmaz. Abdest alacak adam
kabtaki az suya elini daldırmasına rağmen suyun müsta’mel olmamasını, yani eski temizleyicilik
vasfını yitirmemesini isterse bu suyla organlarını yıkamayı değil de sadece bu suyu avuçlayacağına
niyet etmelidir. Şöyle ki: Bu adam, “Bu sudan avuçlamaya niyet ettim” dese ve sonra da yıkamak
istediği organını yıkasa, bu durumda su müsta’mel olmuş olmaz. Çünkü su, önceden kendisi ile abdest
almaya niyet edilirse müsta’mel olur. Daha önceki kısımlarda da anlatıldığı gibi su, ibâdet işinde
kullanılması istenildiğinden müsta’mel olur.
Tabiî bu anlattıklarımız, elin üzerinde muhakkak bir necasetin bulunmaması şartına bağlıdır. Eğer elde
bir necaset olur da elini su kabına daldırırsa ister avuçlamaya niyet etsin ister etmesin su, necis olur. Eli
necâsetli olduğu için kabtan taslafveya temiz bir mendille veya ağzıyla su alıp elindeki necaseti
yıkamaktan âciz kalırsa, su almak için başka hiçbir araç da bulamazsa sudan vazgeçip teyemmüm eder.
Namazını kılar. Bu namazı iade etmesi de gerekmez.
c. Mazmaza ve istinşak: Hanefîler nazarında bunlar, vâcib mânâsındaki müekked sünnettendirler.
Terkedilmeleri günâha sebebiyet verir. Her defası için avuca ayrıca su almaya gerek yoktur. Hattâ
avucuna su alıp bir kısmıyla mazmaza yapar, geri kalanıyla da istinşak yaparsa yine caiz olur. Ama
avucuna su alır, bu suyla istinşak yapar, sonra da suyu tekrar avucuna boşaltıp mazmaza yapacak
olursa bu caiz olmaz. Sonra mazmaza demek, abdest alanın ağzının tamamını suyla yıkamasıdir.
Ağzını oynatmaksızm suya daldırırsa da yeterli olur. Ağzına su alıp suyu dışarı atmaz, aksine içerse bu
da sünnetin yerine getirilmiş olması için yeterli olur. Tabiî ağzını üç defa suyla doldurması şarttır. Ama
suyu süzerek içecek olursa bu, yeterli olmaz.
Istinşaka gelince bu, burun yumuşaklığına değinceye dek suyu buruna çekmektir. Ama daha üst
tarafına suyu çekmek sünnet değildir. Soluk alarak suyu içeri çekmek de sünnet değildir. Oruçlu
olmayanın mazmaza ve istinşakta mübalağa yapması sünnettir. Oruçlunun yapması ise mekruhtur.
Çünkü bu durumda orucun bozulma ihtimâli vardır. Sünnet gereği olarak hem mazmaza hem de
istinşakm üçer defa yapılması icâb eder. İstinşak yaparken su, sağ elle buruna çekilir. Sol elle de
burundan dışarı atılır. Ki Mâlikîler bu durum için istinşak ifadesini kulanmakta ve müekked
sünnetlerden saymaktadırlar.
d. El ve ayak parmaklarının hilâllenmesi: Hilâllemek, damlamakta olan suyla parmakları birbirinin
arasına girdirmektir. İhtilafsız olarak bu müekked bir sünnettir. Parmaklar birbirine bitişik, ancak
aralarına su girebiliyorsa bu durumda aralarını hilâllemek sünnet, eğer aralarına su girmiyorsa vâcib
olur. El parmaklarını hilâllemek, iki elin parmaklarını birbirlerinin arasına geçirmekle olur. Ayak
parmaklarına gelince, sağ ayağının küçük parmağım sol elinin serçe parmağıyla hilâlleyecek ve bu
ayak bitirildikten sonra sol ayağın baş parmağından başlayıp serçe parmağında sona erdirecektir. Tabiî
bu sekil, en iyi olanıdır. Dileyen dilediği şekilde hilâlleyebilir.
e. Her yıkayışın üçlenmesi: Her organın tamamını bir defa suyla yıkamak farz, ikinci ve üçüncü defa
yıkamaksa müekked sünnettir. Doğru olan görüşe göre bu böyledir. Farz olan birinci yıkayışta su,
organın üzerinde akıtılıp damla damla yere akmalıdır. Birinci yıkayışta su, organın yıkanması gereken
yerlerinin tümünü kaplamaz da ikinci veya üçüncü yıkayışta su her tarafını kaplayacak olursa farz
yerine getirilmiş, ama sünnet aksamış olur.
f. Başın tümünü meshetmek: Sadece farz olan miktarı meshetmekle yetinilir ve bu davranış birkaç
kez tekrarlanacak olursa günahkâr olunur. Başı meshederken ıslak parmaklar başın ön tarafına
konulup, başın tümünü kapsayacak şekilde ense köküne doğru sürmelidir. Bundan sonra parmaklarda
fazla ıslaklık kalmışsa yine meshe devam edilmelidir. Islaklık kalmamışsa buna gerek yoktur. Mâlikîler
de bu görüştedirler.
g. Kulakları meshetmek: Başın mesh suyu île kulakların içi ve arka kısımları meshedilir. Bu mesh
için yeni su almak daha iyi olur. Ki Hanefîlerin bir kısmı bunu yeğlemişlerdir. Baş meshedildikten
sonra avuçta su kalmamışsa kulaklar bu suyla meshedilir. Ancak avuçtaki su kurumuşsa yeni su almak
gerekir. Kulağın içi işaret parmağıyla, arka kısmı da baş parmakla meshedilir.
h. Niyet: Abdest alan kişi niyet ederken hades hâlinin giderilmesine veya namaz kılma ruhsatını elde
etmeye veya temizlemeye veyahut da salt abdest almaya niyet etmelidir. Ama en faziletli olanı, abdest
alanın “Allah’a ibâdet kasdıyla namaz için abdest almaya niyet ettim” demesidir. Veya, “Hades hâlinin
kaldırılmasına niyet ettim” demesidir. Ya da, “temizlenmeye niyet ettim” diyebileceği gibi, “namaz
kılmayı mubah etmeye niyet ettim” de diyebilir. Niyetin asıl yeri kalb ise de, bu cümlelerden birini
söylemek müstehab olur. Niyetin vaktine gelince bu, yüzün yıkanılmasına başlanıldığı andır.
i. Misvak kullanmak: Misvakın, bilinen erak ağacından olması şart değildir. En iyisi murra ağacından
yapılanıdır. Bu ağaçtan yapılan, ağzın güzel kokmasını sağlar. Dili fasihleştirir… Dişleri temizler…
Ağızdaki kirlerin mideye girmesini önlediği için mideyi de kuvvetlendirir… En ideâli; kuru olmayan,
serçe parmak kalınlığında ve bir karış uzunluğunda olanıdır. Misvak bulunmadığı takdirde diş fırçaları
da misvak yerine kullanılabilir. Fırça da bulunmazsa parmaklarla diş ve ağız temizlenir. Sakız da
misvak yerine geçerli olur. Şayet misvak varsa mendub olan kullanış şekli şöyledir: Misvak sağ elle
tutulacak. Serçe parmak altta, baş parmak fırçalı kısmın biraz aşağısında, diğer üç parmak da misvâğın
üzerinde tutulmalıdır. Misvak, mazmaza anında kullanılır. Eğer kullanmaya engel bir hal varsa
zorunluluk dolayısıyla terk edilebilir. Uzanmış olan bir kişinin misvak kullanmasında kerahet vardır.
Bu müekked sünnetleri anlattıktan sonra gelelim Hanefîlere göre abdest için müstehab olan hususlara:
Sahîh olan görüşe göre bunlar her ne kadar müekked sünnet değilseler de sünnettirler. Ki bunları şu
şekilde bir sıralamaya tâbi tutabiliriz:
a. Tertib: Farzları yerine getirirken önce yüzü yıkamakla işe başlanır. Sonra dirseklere kadar eller
yıkanır. Sonra başın dörtte biri meshedilir. Sonra mafsal yumru kemiklerine kadar ayaklar yıkanır.
Nitekim bu hususta Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ey îmân edenler, namaza kalkacağınız zaman
yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Ve başlarınızı meshedip her İki topuğa kadar
ayaklarmızı yıkayın.” 58
Sahîh kavle göre müekked sünnetler arasında da tertibe riâyet etmek gerekir. Bazı Hanefîler, bu tertibin
müstehap olduğu görüşündedirler.
b. Muvâlât: Buna acele davranmak da denebilir. Yani abdest organlarından birinin suyu kurumadan
hemen diğerini yıkamaya başlamaktır. Bunda da mevsimin normal olması şarttır.
Meselâ havalar çok sıcaksa su çabuk kurur. Çok soğuksa da çabuk donar. Eğer bu ve buna benzer
mazeretler yoksa muvâlâta riâyet etmek sünnettir. Meselâ yüz yıkandıktan sonra abdest suyu tükenir,
ikinci su gelinceye kadar beklenirken yüzdeki su kurursa bunun abdeste bir zararı dokunmaz. Mâliki ve
Hanbelîlere göre muvâlâtın
farz olduğu, abdestin farzları bölümünde anlatılmıştı.
Sünnetliği ile müstehabhği hususunda ihtilâf edilen hususlara gelince, bunları da şöylece
sıralayabiliriz:
a. Ayakları yıkarken su kabını sağ elde tutarak önce sağ ayağının ön kısmına döküp sol elle ayağı
ovmak ve bu şekilde üç kere yıkamak. Sonra yine aynı elle sol ayağın ön kısmına su döküp sol elle
ayağı ovmak.
b. Elleri yıkarken de ayaklarda olduğu gibi parmak başlarından yıkamaya başlamak.
c. Mesh esnasında meshe başın ön tarafından başlamak.
d. Önce mazmaza, sonra istinşak yapmak. Oruçlu olanın, suyu ağza ve buruna fazla çekmemesi, oruçlu
olmayanınsa fazlaca çekmesi gerekir. Suyu . burna verdikten sonra kendi nefesiyle burnun üst
kısımlarına doğru çekmelidir.
e. Üç defa her organı yıkadıktan sonra artacak suyu başka birisi abdest için kullanacaksa bu durumda
58 Maide: 5/6.
suyu israf etmemek. Eğer artacak olan suyu başkası abdest için kullanmayacaksa bu durumda israf
edilmemesi mendub olur.
f. Kolları yıkarken elleri de onlarla beraber yeniden yıkamak. Zâten ellerin ilk yıkanışı sünnettir.
Kollarla beraber yeniden yıkanması ise başka bir sünnet olmaktadır. Ama abdest alan bir kişi, önce
ellerini sonra da yüzünü yıkar ve daha sonra kollarını yıkarken sadece bileklerden dirseklere kadar
(dirsekler dahil) olan kısmı yıkarsa bu durumda farzı yerine getirmiş ama sünneti terk etmiş olur.
Hanefîlere göre abdestin sünnetleri bu saydıklarımızdan ibarettir.
Malikiler dediler ki: Abdest alanın yapmakla sevâb kazanacağı, ter-ketmekle de azâblandırılmayacağı
müekked sünnetler şunlardır:
a. Elleri bileklere kadar yıkamak: Bilindiği gibi bilek, avuç içiyle kolun birbirinden ayrıldığı
mafsaldır. Elleri yıkamak suyun azlığına ve çokluğuna göre değişir. Su eğer az ise ve de akar değilse,
eğer içinden alınmasına yarayacak tas gibi bir şey varsa, bu durumda elleri suya sokmadan yıkamak
gerekir. Aksi takdirde sünnet yerine getirilmemiş olur. Eğer eller temiz ise bunlardan birini veya ikisini
yıkamadan suya daldıracak olursa mekruh işlemiş ve sünneti de kaçırmış olur. Eğer su çok veya akar
ise elleri temiz olsun necis olsun, yıkamış olmakla sünneti yerine getirmiş olur. Bu yıkama ister suyun
içinde olsun, ister dışında olsun hüküm aynıdır. Küçük havuzdaki gibi, su eğer az ise ve ondan su
almak mümkün değilse, elleri temiz ise bu durumda avuçlayarak ellerini yıkayabilir. Elleri temiz değil
ama bu suyun içine sokmakla suyun vasfını değiştirmeyecekse, yine bir veya iki eliyle suyu
avuçlayarak alır ve suyun dışında ellerini yıkar. Böylece sünneti eda etmiş olur. Ama elleri temiz değil,
ellerini sokmakla suyun vasfının değişeceğinden korkarsa ağzıyla veya temiz bir bezle su alıp ellerini
yıkamaya çalışır. Bunu yapmaya imkân olmazsa suyu bırakıp teyemmüm eder.
b. Mazmaza: Suyu ağza alıp tekrar dışarı atmaktır. Eğer abdest alanın kastı olmadan su girecek olursa
veya ağzına su alıp hareket ettirmezse veya ağzına su alıp hareket ettirir, ama bu suyu yutup da dışarı
atmazsa sünneti yerine getirmiş olmaz. Oysa Hanefîler derler ki: Mazmazada su ağza girdikten sonra
hareket ettirilmese veşa dışarı atılmasa da sünnet yerine getirilmiş olur.
c. İstinşak: Suyun nefesle buruna çekilmesidir. Nefesle çekilmediği takdirde sünnet yerini bulmuş
olmaz. Hanefîler bu görüşe karşıdırlar.
d. İstinsar: Suyun yine nefesle burundan dışarı atılmasıdır. Bunu yaparken de sol elin baş ve işaret
parmaklarıyla burun yumuşağının üst tarafı tutulup su dışarı atılır. Burunda sümük ve diğer kurumuş
pislikler varsa bunlar da sol elin serçe parmağıyla çıkarılır.
e. Kulakların iç ve dışını meshetmek: Kulak delikleri de mesh kapsamına girerler.
f. Kulakları meshederken yeni su kullanmak: Sünnetin yerini bulması için, başın meshinden arta
kalan su yeterli değildir. Hanefîler bu görüşe muhaliftirler. Efdal olan kulak meshi şöyle yapılanıdır:
İşaret parmağı kulak deliğine sokulup baş parmak da kulağın arkasına konularak işaret parmağıyla baş
parmak ikilenerek döndürülür. Ve kulakların içiyle dışının meshi böylece tamamlanmış olur. Başka
şekilde meshedilse yine yeterli olur. Ancak istenen şey kulakların tamamını meshetmektir.
g. Abdest organları arasındaki tertibe uymak: Hanefîlerin de dedikleri gibi önce yüz, sonra da
kollar yıkanacak. Daha sonra baş meshedilerek ondan sonra ayaklar yıkanacaktır.
h. Birinci meshten sonra elde ıslaklık kalmışsa başı ikinci kez meshetmek: Elde ıslaklık
kalmamışsa yeniden meshetmek sünnet değildir.
i. Altına su giden yüzüğün oynatılması: Mâlikîlerin bu konuda güzel bir tafsilâtı vardır. Şöyle ki:
Takılan yüzük ya mubah, ya haram veya mekruh bir yüzük olabilir. Kişinin kendi parmağına taktığı,
ağırlığı 6,8 gramı geçmeyen yüzük gümüşten ise ve birden fazla da değilse mubah bir yüzüktür. Dar da
olsa geniş de oha, altına su geçse de geçmese de bu yüzüğü oynatmak gerekmez. Bu hüküm hem
abdest, hem de gusül için geçerlidir. Ancak abdest alınıp bittikten veya gusül sona erdikten sonra bu
yüzük çıkarılacak olur da, dar bir yüzük olduğu gerekçesiyle altına su geçmediğini zannederse, yerini
yıkaması gerekir.
Kişinin kendi parmağına taktığı altın veya ağırlığı 6,8 gramdan fazla olan bir yüzükse bu, haram bir
yüzük olur. Gümüş yüzük birden fazla olunca da haram olur. Bu yüzük eğer geniş ise sadece
oynatılması yeterli olur. Altını ovması gerekmez. Alt tarafını yüzüğün kendisiyle ovması yeterli olur.
Eğer bu yüzük darsa, yerinden ileriye alınması gerekir. Ki alt tarafını ovmak mümkün olsun.
Bakır, demir ve kurşundan yapılma yüzükleri takmak mekruh olur. Ki abdestte veya gusülde bunlar da
haram yüzüğün hükmüne tâbi olurlar. Bu anlattıklarımız erkekleri ilgilendirmektedir. Kadınlara gelince
onlar, ister altından ister başka madenden yapılma olsun diledikleri süs ve takıları takabilirler. Meselâ
bilezik veya halhal takarsa, dar olsun geniş olsun, altına su geçsin geçmesin, bunları oynatmak
gerekmez. Ancak abdest alınıp tamamlandıktan sonra veya gusül yapılıp bitirildikten sonra bunlar
çıkarılacak olurlarsa, dar oldukları gerekçesiyle altlarına su geçmediği zannedilirse bu durumda
yerlerini yıkamak vâcib olur.
Hanefîlere gelince; onlar bu hususta derler ki: Geniş yüzüğü oynatmak, sünnet değil de mendubtur.
Eğer yüzük darsa ve altına suyun geçmesine engel oluyorsa oynatılması farz olur. Bu yüzük mubah da
olsa, haram da olsa hüküm aynıdır. Bunlara göre kadınlar, alt tarafına su geçmeyecek kadar dar yüzük
veya bilezik takarlarsa muaf sayılmazlar. Ancak önce de anlatıldığı gibi Hanefîler, ovmayı şart
koşmazlar.
Şâfiîler: Bilindiği gibi Şâfiîler sünnet, mendub, fazilet ve müstehab arasında herhangi bir ayırım
yapmazlar. Bunlara göre abdestin sünnetleri çoktur. Ancak şöyle bir sıralama yapabiliriz:
a. İstiâze: Abdeste başlarken “Eüzübillâhimineşşeytânirracîm” demelidir.
b. Besmele: Elleri yıkamaya başlarken “besmele” çekmelidir. Bunun en azı “Bismillâh”dir. Ama en
faziletlisi “Bismillâhirrahmânirrahîm” diyerek besmeleyi tamamlamaktır. Sünneti yerine getirmek için
bu lafızlardan birini okumak gerekir. Başka lafızlar kullanılacak olursa sünnet yerine getirilmiş olmaz.
Zîrâ şâri, özellikle “besmele” çekilmesini istemiştir. Hanefîler bu görüşe muhaliftirler. Kişi cünüb de
olsa “besmele” çekmelidir. Abdestin başlangıcında kasten veya unutarak besmele çekilmezse, abdestin
ortalarında veya sonunda “besmele” çekilmesi îcâb eder. Ama abdest tamamlanır, “şehâdet” kelimesi
getirilir ve gerekli dua okunursa artık “besmele”nin vakti geçmiş olur. Ve “besmele” çekilmez.
Hanefîler de bu görüştedirler.
c. Besmele anında abdestin sünnetlerine niyet etmek: Bu niyet, hades hâlinin kaldırılması
niyetinden ayrıdır. Bilindiği gibi, hades halinin kaldırılması niyeti farzdır. Ve ancak yüzün yıkanması
anında yapıldığı takdirde geçerli olur.
d. Elleri bileklere kadar yıkamak: Besmele çekerken eller yıkanır ve abdestin sünnetlerine niyet
edilir. Ki böylece üç şey bir araya toplanmış olur. Su, içinden ele dökülmesi mümkün olan ibrik ve
benzeri bir kapta ise elleri bu kabın dışında (eller zâten batırılamaz ya) üç kere yıkamakla sünnet yerini
bulmuş olur. Eğer su, az olup üstü açık bir kaptaysa ve abdest alan kişi, ellerinin temiz olduğunu da
kesin olarak biliyorsa, bu suyun içinde yıkayabilir. Ama temizliklerinden şüpheye düşerse ellerini kaba
batınp içinde yıkaması mekruh olur. Eğer ellerinin necis olduğunu kesin olarak biliyorsa kaba
batırması haram olur. Ancak necasetten temizlenmesi için ellerini kabın dışında üç defa yıkaması
vâcibtir. Ki bununla sünneti yerine getirmiş olmaz. Sadece ellerini necasetten arındırmış olur. Abdestin
sünnetini yerine getirmek için, ayrıca yine üç defa yıkaması gerekir.
e. Elleri mazmaza yapmadan önce yıkamak: Mazmazadan sonra yıkayacak olursa sünneti yerine
getirmiş olmaz.
f. Mazmaza: Burun deliklerini yıkamadan önce ağza su almak. Suyu ağızda çalkalamak ve sonra da
ağızdan dışarı atmak şart değildir. Sünnetin yerine gelmesi sadece suyu ağza vermekle olur. Suyu
yutup dışarı atmasa bile sünnet, yine de yerini bulmuş olur. Ama en mükemmel olan şekil, ağza
verildikten sonra suyun çalkalanması ve bilâhare dışarı atılmasıdır.
g. İstinşak: Bu, suyun buruna verilmesidir. Nefesle yukarıya doğru çekilmese ve sonra da atılmasa bile
sünnet yerini bulur. Ama en mükemmel olan şekil, suyun buruna verilerek nefesle yukarıya doğru
çekilmesi ve bilâhare dışarı atılmasıdır. Mazmaza ve istinşakta uygulanacak en iyi yöntem, suyun
avuca alınması, avuçtaki bu suyun bir kısmıyla mazmaza yaptıktan sonra geri kalaniyla istinşak
yapılmasıdır. Bunu üç avuç suyla üçlemelidir. Her avuç suyun yarısı mazmazaya, yarısı da istinşaka
sarfedilmelidir.
h. Kıbleye yönelmek: Kıbleye yönelebileceği bir yerdeyse abdest alacak olan kişi kıbleye
yönelmelidir.
i. İçinde abdest suyu bulunan üstü açık kabı sağ yanına, üstü kapalı olan kabı ise sol yanına
indirmelidir.
j. Abdeste elleri yıkarken besmele çektikten sonra şu duayı okumalıdır:
“İslâmiyetten ve diğer nimetlerden ötürü Allah’a hamdolsun. Suyu temizleyici ve İslâmiyeti de nûr
kılan Allah’a hamdolsun. Rabbim, şeytanların vesveselerinden sana sığınırım. Ve huzurumda
bulunmalarından da sana sığınırım. Allah’ım, ellerimi sana karşı işlenecek tüm isyanlardan koru.”
Mazmaza ânında da şu duayı okumalıdır:
“Allah’ım, sana zikretmem, sana şükretmem ve ibadetini güzelce edâ etmem hususunda bana yardım
et.”
İstinşak esnasında ise;
“Allah’ım, bana cennetin kokusunu koklat.”
Yüzünü yıkama esnasında ise;
“Allah’ım, bir takım yüzlerin beyaz, bir takım yüzlerin de kara olacağı günde yüzümü ak et.”
Sağ kolunu yıkama esnasında ise; .
“Allah’ım (amel) defterimi sağıma ver ve kolay bir hesabla da hesabımı gör.”
Sol elini yıkama esnâsındaysa;
“Allah’ını (amel) defterimi ne solumdan ve ne de arka tarafımdan verme.”
Başını meshetme esnasında ise:
“Allah’ım saçlarımı ve derimi ateşe haram kıl. Senin gölgenden başka gölgenin bulunmadığı (kıyamet)
gün(ün)de beni arşının altında gölgelendir.”
Kulakların meshi esnâsındaysa;
Allah’ım, beni söz dinleyenlerden ve onun en güzeline uyanlardan eyle.
Ayakları yıkama esnâsındaysa;
“Allah’ım, ayakların kaydığı günde sırat köprüsü üzerinde ayaklarımı sabit kıl”
Abdestin bitiminden sonra da kıbleye yönelip ellerini semâya doğru kaldırarak şu duayı okumalıdır:
“Tanıklık ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O, birdir, ortağı hiç yoktur. Yine tanıklık ederim
ki, Efendimiz Muhammed, O’nun kulu ve elçisidir. Allah’ım, beni tövbe edenlerden Ve
temizlenenlerden kıl. Allah’ım, seni noksan sıfatlardan tenzih eder ve sana övgülerimi arz ederim.
Senden başka ilâh olmadığına tanıklık eder, senden afvü mağfiret ister ve sana dönerim.”
Bu duayı okuduktan sonra da “Kadr” sûresini okumalıdır.
Bu duaların bir kısmına Hanefîler muvafakat etmişler, ancak bunları sünnetlerden saymamışlardır.
Müstehab ve mendub olduklarını söylemişlerdir. Mâlikîlerse ileride de anlatılacağı gibi bunları ne
müstehab ne de faziletlerden saymamışlardır.
k. Misvak kullanmak: Şafiîler her ne ile olursa olsun dişleri temizlemeyi yeterli görmüşlerdir. Bunlar
demişler ki: îster diş temizleme aracı, erak ağacının dalı olsun, ister fırça olsun dişleri temizledikten
sonra yeterli olur. Yalnız dişleri parmakla temizlemenin misvak yerine geçerli olmayacağı görüşündedirler. Abdest alacak şahıs, misvâklamayi ellerim yıkamadan önce de yapabilir. Bunu yaparken
misvâklamaya niyet etmelidir. Misvâklama esnasında şu duayı okuması sünnettir:
“Allah’ım, dişlerimi onunla beyazlat. Damağımı kuvvetlendir. Küçük dilimi de onunla sabit kıl. Ve onu
benim için bereket vesilesi yap. Ey merhamet edicilerin en merhametlisi.”
Misvâklamaya ağzın sağ tarafından başlanır. Sonra sol taraf misvâklanır. Azı dişlerinin baş taraflarına,
sonra boğazın tavan kısmına, sonra dilin yüzeyine sürülür. Dişleri enlemesine misvâklamak sünnettir.
Misvak sağ ele alınır. Serçe parmakla alt tarafından, işaret parmağı, orta parmak ve yanındaki
parmakla da üst kısmından tutular. Kirlendiğinde veya kokusu değiştiğinde üç defa yıkanması gerekir.
Uzunluğunun bir karıştan fazla olması ise mekruhtur.
1. Abdest suyu bazan avuçlanacak geniş bir kaptaysa yıkamaya organların ön kısmından başlanması
sünnettir. Ama eğer su musluk, ibrik ve benzeri bir yerden çıkmaktaysa veya bir başkası tarafından
abdest alanın eline dökülüyorsa, bu durumda organların geri kısmından itibaren yıkamaya başlanması
sünnet olur. Bu durumda kollar, dirseklerden bileklere doğru yıkanır. Ayaklarsa mafsal yumru
kemiklerinden parmaklara doğru yıkanır.
m. Yüzünü yıkamak için iki avucuyla birlikte suyu avuçlamalı ve de suyu yüzüne çarpmamalıdır.
n. Sakalı sık olanlar, sakallarını hilâllemelidirler.
o. Meshederken başın tümünü meshetmeli. Kulakların iç ve dışının yeni suyla meshedilmesi sünnettir.
Abdest organlarını yıkarken ovmalıdır.
p. Önce sağ taraftaki organları yıkamalıdır.
r. Gurre ve tahcîli uzatmalıdır.
Gurre: Yüzün yıkanmasında farz olan kısımdan fazla olarak başın ön kısmından bir miktarının ve
boynun yan taraflarından birazının yıkanmasıdır.
Tahcîl: Kolları yıkarken dirseklerden biraz daha yukarısını, ayakları yıkarken de mafsal yumru
kemiklerinin biraz daha üst taraflarını yıkamaktır.
s. Abdestteki fiil ve sözleri üçlemelidir. (Niyet hariç).
ş. Sidik akıntısı olanlardan başkasının muvâlâtı uygulaması sünnettir. Yâni organlardan biri kurumadan
diğerini yıkamaya geçmelidir. Sidik akıntısı ve benzeri sürekli abdest bozucu özürleri bulunan
kimselerin muvâlâtı uygulamaları vâcibtir.
t. Abdest alırken ihtiyâç olmadıkça Allah’ı zikirden başka dünya kelâmı söylememelidir.
u. Su döktürmek gibi ihtiyâç yokken başkasından yardım istememelidir.
ü. İhtiyâç olmadıkça abdest organlarını kurulamamalıdır.
v. İhtiyâç olmadıkça eldeki artık suyu silkelememelidir.
y. Abdestten artan suyu içmelidir.
z. Geniş yüzüğü oynatmalıdır. Alt tarafına su geçmeyen dar yüzüğü, altına su geçinceye kadar
oynatmak gerekir. Bu hususta yüzüğün mubah veya haram veyahut da mekruh yüzüklerden olması
hükmü değiştirmez. Bu görüşe Hânefîler muvafık, Mâlikîler ise muhaliftirler.
Hanbeliler dediler ki
: Abdestin sünnetleri, mendublan veya müs-tehabları aşağıda sıralanmıştır:
a. Kıbleye yönelmek.
b. Mazmaza esnasında ağzı misvâklamak. Dişleri temizlemek için dişleri enlemesine, damağı
kuvvetlendirmek için dişleri diklemesine misvâklamak mendubtur. Sol elle tutularak dişler, damak
etleri ve ağzın içi misvâklamr. Misvak ağacının diş etlerine zarar vermemesi için yumuşak olması
gerekir. Kuru olması mekruhtur. Bütün vakitlerde mİsvâklanmak sünnettir. Ancak oruçlunun zeval
vaktinden sonra kuru veya nemli misvakı kullanması mekruhtur. Zevalden önce ise nemli de olsa
misvak kullanması mubahtır. Her namaz vaktinde, uykudan uyanıldığında, ağzın kokusu değiştiğinde,
abdest alındığında, Kur’an-ı Kerîm okunacağında, mescide girildiğinde, kişinin kendi evine girmesi
esnasında, midenin içindeki yemeklerin bitip midenin boşalması hâlinde, dişler sarardığında muhakkak
surette misvaklanmak gerekir. Misvak yaparken önce süt dişlerinden başlayarak azı dişlerine kadar
ağzın sağ tarafı, sonra yine aynı şekilde sol tarafı misvâklamr. Reyhanla nar ağacı, kamış ve benzeri diş
etlerine zarar verecek şeylerle misvaklanmak mekruhtur.
c. Avuçları üç defa yıkamak.
d. Yüzü yıkamadan önce mazmaza ve istinşak yapmak. Oruçlu olmayanın mazmaza ve istinşakta
mübalağa yapması sünnettir;
e. Üzerinden su geçen organları ovmak.
f. Üzerinde tüy, girinti ve çıkıntılar bulunması nedeniyle yüzü yıkarken bol su kullanmak.
g. Sık sakallan yıkarken hilâllemek.
h. Ovmaya gerek görülmeden aralarına suyun girebildiği el ve ayak parmaklarını hilâllemek. Eğer su,
ovmakla aralarına girebiliyorsa bu durumda hilâllenmeleri vâcib olur.
i. Kulakları meshederken suyu yenilemek.
j. İkili organlardanönce sağ tarafta olanı yıkamak.
k. Gurre ve tahcîlî uzatmak.
l. Her organı ikinci ve üçüncü kez yıkamak. Tabiî eğer birinci yıkayışta su, organın her tarafını
kaplamışşa… Diyelim ki birinci yıkayışta kaplamayıp ikincisinde veya üçüncüsünde kaplamışşa farz
yerini bulur. Ama sünnet, yerini bulmaz.
m. Yüz yıkanırken abdest için yaptığı niyeti, abdestin sonuna kadar kalbte tutmak.
n. Avuçlarını yıkarken, abdestin sünnetlerine niyet etmek.
o. Niyet ederken kelimeleri gizlice söyleyip sadece kendisinin duyabileceği şekilde dudakları
oynatmak. Niyet ederken (kelimeleri söylemek için) başkasından yardım istememek.
p. Abdesti bitirir bitirmez gözleri semâya dikip şu duayı okumak da sünnettir:
“Tanıklık ederini kî Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Yine tanıklık ederim ki Efendimiz Muhammed,
O’nun kulu ve elçisidir. Allah’ım, beni tövbe edenlerden ve temizlenen kimselerden kıl. Beni sâlih
kullarından eyle. Allah’ım! Seni noksanlıklardan ve eksikliklerden tenzih ederim. Ve sana övgülerimi
arz ederim. Senden başka ilâh olmadığına tanıklık eder, senden afvü mağfiret diler ve sana dönerim.”59
Abdestin Mendub Ve Müstehabları
Önce de anlatıldığı gibi bazı mezheb İmamları sünnet, mendub, müs-tehab, tatavvu’, nafile ve fazilet
kelimelerini aynı anlamda kullanmakta, bazıları da sünnet kelimesini bunlardan ayırmaktadırlar.
Bundan önceki sayfalarda abdestin sünnetlerini anlattık. Burada da sünnet ile mendub ve diğer
kavramları birbirinden ayıran mezheb İmamlarına göre abdestin mendublarını anlatmaya çalışacağız.
Hanbelî ve Şafiiler dediler ki: Sünnet, mendub, müstehab ve tatavvu’ kelimeleri aynı anlamı ifade
etmekte olup, bunların gereklerini yerine getiren sevâb kazanır. Yerine getirmeyenlerse ceza
görmezler. Bu iki mezhebe göre abdestin sünnetlerini saymış olduğumuzdan artık geriye aynı anlamı
ifade etmekte olan mendub ve müstehab gibi hususlar kalmamaktadır.
Malikiler dediler ki: Abdest için sadece bir takım sünnet ve faziletler vardır. Bunları terkedenler
cezalandırılmazlar. Ancak yapanlar sevâb kazanacakları gibi, sünnetin sevabı da faziletin sevabına
göre daha fazladır. Önceki bahislerde abdestin sünnetlerini sayıp anlatmıştık. Şimdi de faziletlerini ele
alacağız:
a. Temiz yerde abdest almak. Heladaki temiz sudan abdest almak, tenzîhen mekruh olmakla birlikte
sahihtir. Hela henüz kullanılmamış olup temiz olsa bile yine aynı hükme tâbidir. Zîra Mâlikîler,
necaset için hazırlanmış yerde, henüz kullanılmamış olsa bile abdest alınmasını mekruh saymışlardır.
b. Organları yıkarken mümkün olduğu kadar az su harcamak. Tabiî, suyu kullanırken organın üzerinde
yürüyüp her tarafını kaplaması gerekir. Ayrıca yıkanan organdan suyun damlaması gerekli değildir.
c. İkili organlarda önce sağ taraftakini yıkamak.
d. Üstü açık olup içinden suyun avuçlanacağı kabı sağ tarafa koymalıdır. Eğer kabın üstü kapalıysa ve
su, içinden akıtılacaksa (ibrik gibi) sol tarafa koymalıdır.
e. Organları yıkarken, önce ön kısımlarından yıkamaya başlamak. Meselâ yüzü, üst tarafından
yıkamaya başlamalı. Başı ön tarafından meshet-meye başlamalı. El ve ayaklan ise parmaklardan
yıkamaya başlamalıdır.
f. Yıkanan organları ikinci ve üçüncü defa yıkamalı. Birinci yıkayışta organın tamamı suyla
kaplanmamişsa, bu durumda ikinci yıkayıştan sonra iki defa daha yıkamalıdır. Zîrâ birinci yıkayış,
geçerli olmamıştır. Eğer ikinci yıkayışta organın tümü suyla kaplanmamış ise üçüncü yıkayıştan sonra
iki defa daha yıkamalıdır. Zîrâ su, organın her tarafını kaplamadığı için ikinci yıkayış da geçersiz
sayılmaktadır.
g. Abdestten önce erak ağacı veya herhangi bir ağaç dalıyla, bunlar da bulunmuyorsa parmakla
misvâklanmak. Misvâklanmayi sağ elle yapıp ağzın sağ tarafından başlamalı, dişlerin temizlenmesi
için enlemesine, damak etinin kuvvetlenmesi için de diklemesine misvâklanmak gerekir. Misvâğın bir
karıştan uzun olmaması, misvak kullanırken avuçla kabzedilmemesi gerekir. Birinci misvaktan sonra
aradan epeyi zaman geçmişse namaz kılarken yeniden misvâklanmak gerekir. Kur’an okunacağı
zaman, uykudan uyanıl-dığında, yeme içme ve diğer şeylerden ötürü ağız kokusunun bozulması hâlinde misvâklanmak sünnet olur.
h. Abdestin ilk başlangıcında besmele çekmek ve ihtiyâç olmaksızın da zikir dışında herhangi bir söz
sarfetmemek.
i. Sünnetlerle farzların tertibine uymak. Meselâ yüzü yıkamadan önce elleri bileklere kadar yıkayıp
mazmaza ve istinşak yapmak. Başı meshe-derken suyu yenilemek.
Hanefiler dediler ki: Abdestin mendubları -ki bunlara müstehabları, faziletleri, nafileleri veya adabı da
diyebilirsiniz- şu aşağıdaki şekilde sıralanmıştır:
1. Abdest alırken yüksek bir yerde oturmak. Böyle yapmakla müsta’mel suyun serpintilerinden
korunulmuş olur.
2. Abdest yeri temiz olmalıdır.
3. Güneşte ısıtılmış suyla abdest almamalıdır.
4. Abdest alırken kıbleye yönelmelidir.
59 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 87-99.
5. Organlarını yıkayıp temizlerken başkasından yardım istememeli-dir. Ama su getirtmek veya ele su
döktürmek şeklinde başkasından yardım istenmesinin bir sakıncası yoktur.
6. İhtiyâç olmadan zikir” dışında başka bir şey konuşmamalıdır.
7. Niyeti hem dille, hem kalble yapmalıdır.
8. Her organı yıkarken veya meshederken besmeleyle beraber niyet de etmelidir.
9. Başkasının kullanmasına izin vermeyerek bir kabı sırf kendi şahsı için abdest kabı olarak
ayirmamalıdır.
10. Abdest kabının balçık ve benzeri maddelerden olması. Eğer abdest kabının kulpu varsa üç defa
yıkanması gerekir.
11. Su, üstü açık ve avuçlanacak bir kaptaysa bu kabı sağ tarafa koymalıdır. Üstü örtülü ibrik gibi
kaplardaysa sol tarafa koymalıdır.
12. Abdest almadan temizleyici suyu hazır bulundurmalıdır.
13. Gasbedilmiş bir yerdeki sudan abdest almamalıdır. Ve oranın toprağıyla teyemmüm etmemelidir,
14. Her organı yıkarken kelime-i şehâdet getirmelidir.
15. Mazmaza ve istinşak yaparken suyu sağ elle avuçlamahdir. Sol elle de burundan dışarıya
atılmalıdır.
16. Mazmaza ve istinşak suyunu, abdest suyunun içinde bulunduğu kaba almamalıdır.
17. Alt tarafına suyun geçtiği yüzüğü oynatmalıdır. Şayet su, kendiliğinden altına geçmiyorsa bu
durumda yüzüğü oynatmak farzdır.
18. İkili organlardan önce sağ taraftakini yıkamalıdır.
19. Gurre ve tahcîli uzatmalıdır.
20. Kulakları meshederken serçe parmağı kulak denklerinin içine sokmalıdır.
21. Gözleri yıkayarak korunmalarına özen göstermelidir.
22. Boynu, ellerin sırtıyla meshetmelidir. Şundan ki ellerin sırtında bulunan su müsta’met değildir.
Boğazı meshetmekse bid’attir.
23. Sağ elin saygınlığından ötürü, ayakların tabanını sol elle yıkamalıdır.
24. Ellerdeki su kalıntısını silkelememelidir.
25. Organlardaki ıslaklığı mendil ve benzeri şeylerle kurulamamalıdır. Ve bunda da aşırılığa
gitmemelidir.
26. Abdestten arta kalan suyu ayağa kalkıp kıbleye yönelerek içmelidir.
27. Abdesti tamamladığında eğer kerahet vakti değilse iki rek’at namaz kılmalıdır.
28. Abdestten hemen sonra üç defa Kadir Sûresi’ni okumalıdır. Daha sonra da ayağa kalkıp kıbleye
yönelerek şu duâyı okumalıdır:
“Tanıklık ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur. O birdir, ortağı yoktur. Ve yine tanıklık ederim ki
Muhammed, O’nun kulu ve elçisidir. Allah’ ım, beni tövbe edenlerden ve temizlenenlerden eyle.”
29. Organların üst taraflarını alt taraflarından önce yıkamalıdır.
30. Abdest alırken okunacak dualar sırasıyla şunlardır:
a. Abdeste başlarken;
“Ulu Allah’ın adıyla başlarım. İslâm dinini bize bağışladığından ötürü Allah’a hamdolsun.” der, daha
sonra da kelime-i şehâdet getirip salât okur.
b. Mazmaza anında ise;
“Allah’ım, Kur’an okumada, seni zikretmemde, sana şükretmemde ve güzelce ibâdet etmemde bana
yardım et.” c. İstinşak ânındaysa;
“Allah’ım, bana Cennet kokusunu koklat. Cehennem kokusunu koklatma.”
d. Yüzünü yıkarken;
“Allah’ım, bir takım yüzlerin ak, bir takım yüzlerin de kara olacağı günde yüzümü ak et”.
e. Sağ kolunu yıkarken;
“Allah’ım, kitabı sağ tarafımdan ver ve beni kolay bir şekilde hesaba çek.
f. Sol kolunu yıkarken;
“Allah’ım, kitabı ne solumdan ve ne de arkamdan verme.
g. Başını mesh ederken;
“Allah’ım, senin arşının gölgesinden başka bir gölgenin olmadığı günde beni arşının altında
gölgelendir.”
h. Kulaklarını meshederken;
“Allah’ım, beni söz dinleyenlerden ve onun güzeline uyanlardan kıl.”
ı. Boynunu meshederken;
“Allah’ım, boynumu ateşten azâd eyle.”
j. Sağ ayak yıkanırken;
“Allah’ım! Sağ Ayakların kaydığı günde ayaklarımı sırat üstünde sabit kıl.”
k. Sol ayak yıkanırken de;
“Allah’ım! Günâhımı afvolunmuş, çalışmamı şükre lâyık, ticâretimi hiç helak olmayacak bir ticâret
kıl.”60
Abdestin Mekruhları
Abdestin mekruhlarına gelince; yeterinden fazla su dökerek israf etmek abdestin mekruhlarındandır.
Tabiî bu su mubah olur veya abdest alanın mülkünde olursa israfı mekruh olur. Ama mescidlerde
abdest almak için vakfedilmiş bir suyu israf etmek haramdır. Kerahetin tanımı ve abdestin
mekruhlarının izahı hususuna gelince, bununla ilgili olarak mezheblerin detaylı görüşleri aşağıya
alınmıştır.
Hanefiler dediler ki: Kerahet, tenzîhen ve tahrîmen olmak üzere iki kısma ayrılır. Tahrîmen mekruh,
harama yakın olanıdır. Bunu şöyle açıklayabiliriz: Derece bakımından farzdan aşağıda bulunan bir
vacibi -ki buna sünnet-i müekkede de denir- terk etmekten ötürü tahrîmen mekruh işlenmiş olur.
Tenzîhen mekruh’a gelince bunu yapmaktan ötürü azâb görülmez. Ancak yapmamakla az da olsa sevâb
kazanılır. Ki bunun karşılığında mendub, müstehab ve diğer gayr-ı müekked sünnetler bulunmaktadır.
Abdestle ilgili tahrîmen mekruhlar, müekked sünnetlerden birini terketmekle işlenmiş olurlar. Ki bu
müekked sünnetler geçen bahîslerde anlatılmıştır.
Abdestle ilgili tenzîhen mekruhlara gelince, bunlar mendub, müstehab veya faziletlerden birini terk
etmekle işlenmiş olurlar. Şunu da söylemek gerekir ki: Hanefîler, üzerlerine diğerleri de kıyaslansın
diye bazı mekruhları saymışlardır. Şöyle ki:
Yüzü yıkarken suyu kuvvetlice yüze çarpmak. Bunu halk tabakasından bilgisiz bazı kimseler yaparlar.
Suyu avuçlayarak şiddetlice yüzlerine çarparlar. Sanki canlarına kasıtları varmış gibi… Bu, yapılması
mekruh olan bir davranıştır.
Sol elle mazmaza ve istînşak yapmak.
Sağ elle sümkürmek.
Başı veya kulakları üçer defa ayrı ayrı sularla meshetmek. Aslında meshte istenen şudur: Baş
meshedilirken yeni suyla meshedilmeli. Bu meshten sonra avuçta veya parmaklarda ıslaklık kalmışsa
bu suyla ikinci kez meshedilmeli, sonra da aynı suyla kulaklar mesh edilmelidir. Ayrıca yeni su
almamalıdır. Aksi takdirde mekruh bir davranışa girilmiş olur.
Abdest için kendi şahsına ayrı bir kap tahsîs etmek. Ve yine bunun gibi abdest almak için kendine bir
yer tahsîs etmek. Hanefîlerin kitaplarında yer alan bu mekruh, yine onların kurallarıyla bazı şartlara
bağlanmıştır: Kişi, kendisine hastalık bulaşmasından korkarsa veya abdest kabını kendi muhafazası
altına almakla necasetten koruyacağını sanarsa ve daha buna benzer bazı sebeplerle böyle yapacak
olursa mekruh işlemiş olmaz. Hattâ böyle yapmadığı takdirde kendisine zarar ulaşacağım sanarsa
tedbirini alması gerekir.
Yüzü ve elleri üçten fazla yıkamak: Bunu yapan, abdestte fazla yıkamanın şer’an istenen bir davranış
olduğuna inanırsa bu tahrîmen mekruh olur. Eğer şer’an istenen bir davranış olduğuna inandığından
değil de temizlik veya -sıcak mevsimdeyse- serinlenmek kasdıyla yapacak olursa bu tenzîhen mekruh
olur. Çünkü temizlenme ve serinlemenin zamanı ibâdetinkinden ayrıdır.
Abdestte suyu israf etmek tenzîhen mekruh olduğu gibi kıt kullanmak da tenzîhen mekruhtur.
Hanefîlere göre kıt kullanmanın ölçüsü, yıkanan organlardan suyun damlamasının görülmemesidir.
İleride de görüleceği üzere Mâlikîler, bu görüşe muhaliftirler.
60 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 99-103.
Necis yerde abdest almak. Böylesi bir yerde abdest alana, necasete su döküp sıçraması
sonucu/necasetin bulaşmasından korkulur.
Kişi kendi malı olan suyu israf ederse mekruh olur. Mescidlerde abdest almak için vakfedilen sulan
israf etmek ise haramdır.
Mâlikîler: Abdestin mekruhları, “abdestle ilgili sünnetleri terk etmektir” derler. Ki bu sünnetler daha
önce anlatılmıştı. Bilindiği gibi Mâlikîlerin nazarında, sünnetin terk edilişinden ötürü azaba müstahak
olunmaz. Bununla beraber müekked ve gayr-ı müekked olmak üzere iki kısma ayrılırlar. Ki gayr-ı
müekked olana fazîlet de derler. Bunlar, keraheti tahrîmî ve tenzîhî gibi kısımlara ayırmazlar. Bu
mezhebteki geçer kurala göre bir yerde mekruh terimi kullanıldığında bu, tenzîhen mekruh demektir.
Ki bu, evlâ olan hükme muhalif olan bir davranış demektir. Mâlikîler, abdestin mekruhları
cümlesinden olmak üzere şunları saymışlardır:
Suyu yeterinden fazla dökerek israf etmek:
Yıkanan organları üç defadan fazla yıkamak.
Meshedilen organları da bir defadan fazla meshetmek. Fazla yıkayış ve meshin abdestten sayıldığına
inanmak da mekruhtur. Eğer serinlemek veya temizlenmek kasdıyla fazla yıkar ve meshederse, bu su
da vakıf suyu değilse mekruh olmaz. Vakıf suyu ise haram olur. Başkasının izinsiz kullanılan suyu ise
yine haram olur.
Boynu meshetmek de mekruhtur. Çünkü bu, dinin emretmediği bir fazlalıktır. Bu hususta boyunla
boğazın hükmü aynıdır. Ancak “yeni su almaksızın, kulaklardan sonra boynu meshetmek sünnettir”
diyen Hanefîler bu görüşe karşıdırlar. Boğazı meshetmekse Hanefîlere göre bid’attir. Ne var ki bunun
mekruhluğuna ilişkin bir nassları mevcûd değildir.
Necis bir yerde ve necaset bırakmak için hazırlanmış bir yerde abdest almak. Bu yer yeni tuvalet gibi
kullanılmamış olsa bile burada abdest almak yine mekruhtur.
Abdest alırken Allah’ı zikir dışında bir söz konuşmak. Bunun mekruh olduğu hususunda mezhepler
ittifak etmişlerdir. Ancak Şâfîîler, bunun mekruh olmadığını ve fakat konuşmamanın daha iyi olacağını
ileri sürmüşlerdir.
Şafiiler dediler ki: Mekruh, şâriin yapılmamasını kesin olmayarak taleb ettiği bir davranıştır. Bunu
işleyen, azaba müstahak olmasa da işlemeyen sevâb kazanır. Bunlara göre abdestin mekruhları,
vâcibliği hususunda görüş ayrılığı bulunan sünnetleri terketmekten ibarettir. Vâcibliğinde görüş ayrılığı
bulunan sünnetlere bazıları farz, bazıları da sünnettir demişlerdir. Müekked sünnetler de böyledir.
Bunlardan başkasını (meselâ müstehab ve faziletleri) terketmek evlâ olana muhaliftir (tenzîhen
mekruhtur).
Abdest alırken suyu israf etmek, tenzîhen mekruhtur. Vakfedilmiş suyu israf etmekse haramdır. Ancak
bu su, havuz veya şadırvanda olursa -su, tekrar içine döndüğü gerekçesiyle- harâmlıktan çıkıp tenzîhen
mekruh olur.
Abdest alırken konuşmak tenzîhen mekruhtur.
Oruçlunun mazmaza ve istinşak yaparken mübalağaya kaçması da mekruhtur.
Necis bir yerde abdest almak da mekruhtur.
Boynun iki tarafını meshetmeye gelince, Şâfiîlere göre bu mekruh olmayıp hattâ bazılarına göre
sünnettir.
Yıkanan organları üç defadan fazla yıkamak. Meshedilen organları da üçten fazla meshetmek
mekruhtur. Şâfiîler, meshedilen organların da yıkanan organlar gibi üç kez meshedilmesini isterler.
Ancak mest üzerine bir defadan fazla meshetmek mekruhtur.
Hanbeliler dediler ki: Mekruh; vitir, sabah namazının sünneti ve teravih gibi müekked sünnetleri
terketmektir. Bunların dışındaki sünnetleri terketmekse evlâ olana muhaliftir (tenzihen mekruhtur).
Önceki bahiste anlatılan sünnetleri terketmek de böyledir. Ancak kesin olmayan bir yasak bulunursa bu
durumda sünneti terk etmek mekruh olur.
Abdest alırken kullanılmakta olan su, mubah bir su ise bunu israf etmek mekruhtur. Kullanılmakta olan
su eğer vakıf suyu ise bu durumda israf edilmesi haram olur.
Yıkanan organları üç defadan fazla yıkamak. Meshedilen organlarıysa bir defadan fazla meshetmek.
Ama bu fazla yıkama ve mesh, temizlik veya serinleme kastıyla yapılırsa mekruh olmaz. Boynu suyla
meshetmek, oruçlunun mazmaza ve istinşakta aşırılığa kaçması, necis bir yerde abdest almak, abdest
alırken Allah’ı zikir dışında konuşmak da tenzihen mekruhtur.61
Abdesti Bozan Şeyler
Abdesti bozan şeyler bazı kısımlara ayrılırlar. Şöyle ki:
A. Önden ve arkadan çıkan şeyler: Bunlar alışıla-gelen ve alışıla-gelmeyen şeyler olmak üzere iki
kısma ayrılırlar.
B. Ön ve arkadan çıkan şeylerden olmamalarına rağmen onların hükmüne tabi olan haller. Meselâ
aklını kaybetmek, şehvetle kadına dokunmak, tüysüz delikanlılara dokunmak gibi. Bunlar, bazı şartlar
doğrultusunda abdesti bozarlar.
Mâlikîler: Alışılmamış lezzette çıkan menî guslü gerektirmeyip sadece abdesti bozar demişlerdir. Üç
mezheb İmamı bu görüşe karşı olup kişinin sıcak suya girdiğinde lezzetlenip menîsinin akmasını da
buna örnek olarak göstermişlerdir.
Şâfiîler: Lezzetli ve lezzetsiz olarak çıkan menî guslü icâb ettirir demişlerdir. Kişinin önünden çıkan
sıvının menî olduğu kesin olarak bilinirse gusül yapması zorunlu olur. Guslü gerektirmekle birlikte
abdesti bozmaz.
Arada bir perde veya engel olmaksızın penisi ellemek. Bunu yapmakla abdest, bazı mezheblere göre
bozulur. Bazılarına göre ise bozulmaz.
Ön ve arkanın dışındaki yerlerden çıkan şeyler. Örneğin kan gibi. Kanın abdesti bozup bozmayacağı
hususunda mezheblerin tafsilâtlı görüşleri vardır.
Abdesti bozan bu şeyleri şu şekilde açıklamamız mümkündür:
A. Ön ve arkadan çıkan şeyler nedeniyle abdestin bozulması:
1. Alışılagelmiş şekilde ön ve arkadan çıkan şeyler. Bunların bir kısmı sadece abdesti bozar, bir kısmı
da guslü gerektirir. Sadece abdesti bozup guslü gerektirmeyenlere örnek olarak sidik, mezî ve vedîyi
gösterebiliriz. Sidiği tanımlamaya gerek yoktur. Mezî ise, sarı renkli ince bir sıvı olup çoğunlukla
lezzet anında önden çıkar. Vedî’ye gelince bu, menîye benzer. Katı ve beyaz renkte bir sıvıdır. Ki
çoğunlukla idrardan sonra önden (penisten) çıkar. Hadî de vedî suyu gibidir. Ki bu doğumdan önce gebe kadının ön tarafından çıkan beyaz bir sıvıdır.
Lezzet olmaksızın menî akması da guslü gerektirmeyip sadece abdesti bozar. Menî, bilinen bir sıvı
olduğu için tanımlamaya gerek yoktur.
Buraya kadar saydığımız sıvılar, hep ön taraftan çıkarlar. Arka taraftan alışılagelmiş şekilde çıkanlara
gelince bunlar dışkı ve yellenmeden ibarettir.
2. Alışılagelmişin dışında ön ve arkadan çıkan şeyler de abdesti bozarlar. Önden veya arkadan kurtçuk,
taş, kan, irin ve cerehat akması abdesti bozar. Meselâ kurtçuk, çakıl taşı, irin ve cerahat ön veya
arkadan çıkacak olursa abdesti bozmaz. Tabiî, abdesti bozmaması için çakıl taşı veya kurtçuğun
dışarıdan yutulmuş olmayıp midede kendiliğinden oluşması şarttır. Ama kurtçuk veya çakütaşi
yutulmuş olup normal çıkış yerinden çıkacak olursa abdesti bozar. Çünkü yutmak normal değildir.
Mâlîkîler: Alışılagelen çıkış yerleri olan ön ve arkadan alışılagelen şevlerin çıkması dışında hiçbir şey
abdesti bozmaz, demişlerdir. Alışılagelen çıkış yerlerinden alışılagelen şeylerin sıhhat ve afiyet
zamanında çıkmaları
B. Önden veya arkadan çıkmadıkları halde, tıpkı onlar gibi abdesti bozan şeyler. Bunlar, bilindiği gibi
dört kısma ayrılmaktadırlar:
1. Abdest alan kişinin delirerek veya sar’aya düşerek veya bayılarak veya içki, esrar, ya da afyon alarak
aklını yitirmesi. Uyku da bu grupta mütâlâa edilmekte olup bizzat abdesti bozmaz. Ancak uyku hâlinde
(yellenmek veya kadına dokunmak gibi) abdest bozucu durumların cereyan edebileceği İhtimâlinden
ötürü, mezheblerin abdest bozucu oluşuna ilişkin detaylı görüşleri aşağıya alınmıştır.
Hanbelîler: Uykunun bizzat kendisi abdesti bozar demişlerdir. Uyku, çok kısa süreli olmadığı takdirde
61 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 104-106.
mak’adın içinden bir şey çıkmayacak şekilde birşeye dayayıp emniyete alırsa dahi abdesti bozulur.
Şafiiler dediler ki: Uyumakta olan kişi, mak’adını sağlam bir yere oturtmadığı takdirde, mak’adından
abdest bozucu bir şeyin çıkmadığından emin olsa bile yine de abdesti bozulur.
Hanefîler: Şafiî ve Hanbelîlere muhalefet ederek dediler ki: Sahîh olan görüşe göre uyku, abdesti
bozmaz. Ancak üç durumda abdesti bozar:
1. Yan tarafa uzanarak uyumak.
2. Sırt üstü uzanarak uyumak.
3. Uyluklardan birinin üzerine durarak uyumak.
Çünkü bu şekilde oturan kişinin mafsalları gevşer, dolayısıyla da mak’adına hâkim olamaz. Ama
oturarak uyusa, mak’adını da bir yere dayayarak sağlama alsa esah olan kavle göre abdesti bozulmaz.
Bu durumda yastık ve benzeri bir şeye dayanmış olur da, bu yastık başkası tarafından çekildiği takdirde
uyuyan kişi düşer ve mak’adı da dayandığı yerden ayrıhrsa abdesti bozulur. Ama oturuşunda bir
değişiklik meydana gelmezse abdesti bozulmaz.
Ayakta veya namaz rûkûu gibi tam rükû hâlinde uyuyan kişinin abdesti bozulmaz. Zîrâ bu durumlarda
insanın vücudundaki organlar biribirlerine bağlı ve tutkun olurlar. Yanında konuşanların seslerini
duyabilecek kadar hafif bir uyku uyumakta olan kişinin, uzanmış olmasına rağmen abdesti yine
bozulmaz. Ama konuşanların seslerini işitemiyecek kadar ağır bir uykuda olursa abdesti bozulur.
Uykunun ancak uzanarak vuku bulması hâlinde abdestin bozulacağına ilişkin delil, şu hadîs-i şeriftir:
“Abdest, ancak uzanarak uyuyan kimseye vâcib olur. Zîrâ uzanma hâlinde mafsallar gevşer.” 62
Hanefîler sırtı üstü uyuyanla uyluklarından birinin üzerine ağırlığını vererek uyuyan kişileri de
uzanarak uyuyan kimselere kıyaslamalardır. Çünkü uzanarak uyuyanın abdestinin bozulmasındaki
sebeb, mafsallarının gevşemesidir. Bu sebeb, sırtı üstü uyuyanla, uyluklarından birinin üzerine durup
uyuyan kimsede mevcûdtur. Kendisinde yellenme gevşekliği veya sidik akıntısı bulunan özürlü
kimselerin abdestleri uyku ile bozulmaz. Zîrâ uyanık iken ön ve arkalarından çıkan bu şeyler,
abdestlerini bozmadıklarına göre uyku hâlinde hiç bozmazlar.
Şâfîîler: Kişi oturarak veya bir binite binerek oturağını oturduğu yere dayayıp arada boşluk
bırakmadan uyusa abdesti bozulmaz. Ama sırtüstü veya yangelerek uyuşa, oturağıyla oturduğu yer
arasında vücûdu zayıf olması dolayısıyla arada bir boşluk da kalırsa uyumakla abdesti bozulmuş olur.
Uyuklama abdesti bozmaz. Uyuklama, uykudan ayrı olup beyinde meydana gelen bir ağırlıktır. Ki
uyuklayan kişi, yanında konuşulanları anlamasa bile konuşanların seslerini işitir.
Hanbeliler dediler ki: Her ne hal ve şekilde olursa olsun uyku, abdesti bozar. Ancak örfe göre az
sayılan oturma ve ayakta durma hâlindeki hafif uyku abdesti bozmaz.
Malikiler dediler ki: Uyku, ağır olduktan sonra kısa sürsün uzun sürsün, kişi uzanmış olsun oturmuş
olsun, secde hâlinde olsun ayakta dursun, abdesti bozar. Bunun yanında kısa da sürse uzun da sürse,
hafif uyku abdesti bozmaz. Ancak uzun süren hafif uykudan sonra abdest almak mendubtur. Kısa süreli
ağır uyku: Uyuyan kişi, eğer bir bez dürüp mak’adının (oturağının) kaba etleri arasına koyup mak’adını
tıkamaz ve üzerine oturmazsa ve uyuduktan sonra tıkaçsız olarak uyanırsa abdesti bozar.
Uzun süreli ağır uyku: Uyuyan kişi oturağını tıkamış olsa bile kesinlikle abdesti bozar. Uyumakta
olan kişi etrafındaki sesleri işitmezse oturağı üzerine oturup dizlerini yan yana getirerek iki eliyle
dizlerini tutar da ellerinin çözüldüğünün farkına varmazsa, elindeki bir şeyin yere düştüğünün farkına
varmazsa, ağzından salyasının aktığım hissetmezse ağır uykuda demektir.
2. Ön ve arkadan çıkmadığı halde, onlar gibi abdesti bozan şeylerin ikincisi, kadın olsun tüysüz genç
erkek olsun, şehvetli birinin bunlara dokunmasıdır. Fıkıhçılar, işi terminolojiye dökerek dokunmanın
bazan elle, bazan da vücûdun herhangi bir tarafıyla olabileceğini, “Lems”in, yani ellemenin ise sadece
elle olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Bunların herbirinin kendine özgü hükümleri vardır. Şehvetli
birinin ellemesi mezheblere göre ileri sürülen şartlar doğrultusunda abdesti bozar.
Şafiiler dediler ki: Yabancı bir kadına dokunmak veya onu ellemek, mutlak surette abdesti bozar.
Elleyen erkek yaşlı, kadın da ihtiyar ve çirkin olsa ve bunlar birbirlerine dokunmaktan lezzet
duymasalar bile yine abdest-leri bozulur. Şafiî mezhebinde yerleşik kural budur. Elleyen veya dokunan
62 Ebu Dâvud, Taharet, Bâb: 79.
erkek, genç de olsa, yaşlı da olsa hüküm aynıdır. Bazıları diyebilirler ki: Yaşlı ve çirkin kadını
ellemekten ne tad alınabilir ki bunu yapmakla abdest bozulsun? Bunlara verilecek cevab şudur: Kadın,
yaşadığı sürece mutlaka kendisinden tad alıp yararlanacak birisi bulunur. Kadına dokunmanın abdesti
bozması, erkekle kadının tenleri arasında bir perde bulunmaması şartına bağlıdır. Abdestin
bozulmaması için arada ince de olsa bir perde bulunması yeterlidir. Tozların üst üste gelmesiyle arada
bir kir tabakasının oluşması bile perde yerine geçerli olur. Ama ikisinin vücûdları arasındaki ter
tabakası perde yerine geçerli olmaz.
Bir erkeğin başka bir erkeği ellemesi veya arada perde olmaksızın dahî vücûdlarının birbirine
dokunması abdesti bozmaz. Ellenilen veya dokunulan erkek, tüysüz güzel bir genç olsa abdest yine
bozulmaz. Ama bundan dolayı abdest almak sünnet olur. Kadının kadını, erseliğin erseliği (Hunsa, çift
cinsiyetli) ellemesi veya tenlerinin birbirine dokunması abdestlerini bozmaz. Erselikle erkek veya
kadının elleri veya tenleri birbirlerininkine dokunacak olsa yine abdestleri bozulmaz.
Selim tabiatlı kimselerce, dokunan erkekle dokunulan kadının şehvet haddine vardıkları bildirildiğinde
abdestleri bozulur.
Kadının tüyleri, tırnak ve dişlerine dokunmakla lezzet duyulsa bile abdest bozulmaz. Çünkü lezzet
duyulmaması, bu nesnelerin özelliğindendir. Denebilir ki: İnsanlar, kadının bazı yerlerine nisbetle
dişlerinden daha fazla lezzet almaktadırlar. Lezzet duymamak bunların özelliğindendir demek akla
uyar mı? Şâfiîler bu soruya şu cevâbı vermektedirler: Ağıza dokunmak bir tarafa bırakılacak olursa,
dişleri birer kemik parçası olarak ele alacak olursak bunlardan ne lezzet alınabilir?
Ölüyü ellemek ve ona dokunmak da abdesti bozar. Mahrem, yani kişiye nikâhlanması ebediyyen
haram olan bir kadına dokunmak veya onu ellemek abdesti bozmaz. Kan bağı, süt bağı ve hısımlılık
bağlarından ötürü bazı kadınların nikâhı ebediyyen insana haram olabilir. (Anne, kızkardeş, teyze,
halâ, kayınvalide, süt ana ve sütbacısı gibi.) Bunlara dokunmakla abdest bozulmaz. Bazı. kadınların
nikâhlanması ebediyyen değil de geçici olarak haram olur. Baldız, hanımın teyze ve halâsı gibi. Bunlar,
hanımın boşanmasından veya ölümünden sonra nikâhlanabilirler. Bunlara dokunmak abdesti bozar.
Şüphe ile cinsel ilişki kurulan kadının annesine ve kızına dokunmakla abdest bozulur. Bunların ikisini
nikahlamak her ne kadar harâmsa da bu harâmlık, hısımlık, neseb ve süt bağlarından ötürü
doğmamıştır.
Hanbeliler dediler ki: Arada perde olmaksızın şehvetle bir kadım ellemek veya ona dokunmak
abdesti bozar. Bu kadın mahrem olsun yabancı olsun, diri olsun ölü olsun, küçük olsun büyük olsun
fark etmeyip aynı sonuca varır. Yalnız küçük kızların âdete göre şehvetli olmaları gerekir. Bu hususta
kadın da erkek gibidir. Eğer bir kadın bir erkeği elleyecek olursa veya ona dokunacak olursa mezkûr
şartlarla abdesti bozulur.
Abdestin bozulması için tüy, diş ve tırnak dışında vücûdun diğer kısımlarının ellenmesi şartı vardır.
Sözgelimi bu saydığımız nesneler ellenecek olursa abdest bozulmaz. Dokunulan veya ellenilen kişi
bunlardan bir lezzet duysa bile abdesti bozulmaz. Erkek erkeği ellerse, ellenen tüysüz bir genç olsa bile
yine abdesti bozulmaz. Kadın kadını, erselik erseliği ellerse, elleyen bundan bir lezzet duysa bile bile
abdesti bozulmaz.
Bu anlattıklarımızdan sonra, arada perde olmaksızın âdeten şehvetli olduğu bilinen kadını -bu kadın
yaşlı ve çirkin olsa bile- elleme veya dokunmanın abdesti bozması hususunda Hanbelîlerle Şâfiîlerin
görüş birliği içinde oldukları anlaşılmış olur. Bu iki mezheb, yalnız mahrem kadınları elleme
hususunda görüş ayrılığına düşmüşlerdir.
Hanbelîler derler ki: Mahrem de olsa bir kadını ellemek abdesti bozar. Ellenen veya dokunulan
kadın, elleye-nin annesi de olsa kızkardeşi de olsa abdesti bozulur. Şâfiîler buna karşıdırlar.
Erkeğin erkeği ellemesiyle ellenen, tüysüz güzel bir genç olsa bile abdestin bozulmayacağı hususunda
görüş birliği edilmiştir. Yalnız Şâfiîler, bunu yapanın abdest almasının sünnet olacağı kaydını
koymuşlardır. Kadının tüyü, tırnağı ve dişlerinin ellenmesinin abdesti bozmayacağı hususunda da görüş birliği edilmiştir… Ancak Şâfiîlerin anlatmış oldukları hafif bazı detaylarda aralarında bir görüş
ayrılığı olmuştur. Ki bu nedenle de her iki mezhebin görüşlerini ayrı ayrı anlatmayı uygun gördük.
Malikiler dediler ki: Abdestli biri kendisinden başka birine, eliyle veya vücûdunun herhangi bir
tarafıyla dokunacak olursa abdesti bozulur. Ancak abdestin bozulması için gerek dokunanda, gerek
dokunulanda bazı şartların gerçekleşmesi îcâb eder:
1. Baliğ olacak.
2. Lezzet kasdiyle dokunacak. Veya dokununca lezzet duymuş olacak. Lezzet kasdiyle dokunup lezzet
duymasa bile yine abdesti bozulur. Bunun tersi için de aynı hüküm geçerlidir.
3. Dokunduğu kimse çıplak veya hafif bir örtüyle örtünmüş olacak. Örtü kalın olursa abdest bozulmaz.
Örtü kalın olur da içindeki şahsın bir organını tutup eliyle avuçlayacak olur veya lezzet kasdiyle bunu
yaparsa abdesti bozulur. Lezzet kasdiyle yapmayıp lezzet duyarsa yine abdesti bozulur.
4. Dokunduğu kimse âdeten şehvetli biri olacak. Örneğin beş yaşındaki şehvetsiz küçük bir kız
çocuğunu ellemek abdesti bozmayacağı gibi, erkeklerin kendisinde tamahlarının kalmadığı yaşlı kadını
ellemek de abdesti bozmaz.
5. Saç ve tüyler de vücudun parçalarından sayılmaktadırlar. Lezzet alma kasdiyle kadının saçlarına
dokunulacak olursa abdest bozulur. Lezzet kasdi olmaksızın dokunur da lezzet duyacak olursa yine
abdesti bozulur. Ama kadın, kendi eliyle kendi saçma dokunacak olursa abdesti bozulmaz. Aynı
şekilde erkeğin saçı kadının saçına, tırnağı kadının tırnağına dokunacak olursa bunlarda duyu olmadığı
gerekçesiyle abdesti bozulmaz.
6. Dokunmakla abdestin bozuluşu, lezzet kasdi veya lezzet duyma sebebinden ötürüdür. Dokunulan
kadının yabancı bir kadın olmasıyla kendi eşi olması arasında fark olmadığı gibi, dokunulanın tüysüz
bir delikanlı olmasıyla sakalı yeni bitmekte olup insana lezzet veren bir genç olması arasında fark
olmayıp hepsi abdestin bozulmasına neden olurlar.
7. Dokunulan kızkardeş, veya onun kızı, hala veya teyze gibi mahrem bir kadınsa ve dokunan da
şehvetli olup lezzet almayı kasdeder ve fakat lezzet duymazsa abdesti bozulmaz. Ama dokunduğu
kadın yabancı biriyse, lezzet kasdi olmazsa bile abdesti bozulur.
8. Ağızdan öpmek de dokunma ve ellemenin hükmüne tâbidir. Lezzet kasdiyle öpen veya zorla
öptürmek gibi lezzet kasdi olmaksızın öper ve fakat lezzet duyarsa abdesti bozulur. Kişi kendi
nefsindeki maksada göre birine acıyıp öper de lezzet duymazsa abdesti bozulmaz. Eğer lezzet duyarsa
abdesti bozulur. Bütün bu saydığımız şartlar dokunana nisbetledir. Dokunulana gelince o da, baliğ ise
ve kendisine dokunulup ellendiğinde lezzet duyarsa abdesti bozulur. Eğer kendisine dokunulduğunda
veya ellendiğinde lezzet duymayı kasdederde zâten dokunan durumuna geçer. Ki yukarıda geçen hükümlere tâbi olur. Düşünmekle veya dokunmaksızın bakmakla lezzet kasdi olsa veya lezzet duyulsa
bile veya fuhuşa dâir kötü söz söylese bile abdesti bozulmaz. Eğer düşünme veya bakma sebebiyle
mezîsi gelirse abdesti bozulur. Menisi gelirse de gusül yapılması gerekir.
Hanefîler: Bedenin hangi tarafıyla olursa olsun, dokunan veya dokunulan çıplak da olsa abdest
bozulmaz, derler. Kişi, abdestli olur; ikisi de çıplak ve hanımına bitişik olarak aynı yatağa uzanacak
olurlarsa, abdestleri bozulmaz. Ancak kendilerinden mezi ve benzeri bir şeyler akarsa veya ikisinin
tenasül organları üst üste gelecek olursa abdestleri bozulur. Tabiî ayrıca erkeğin penisinin sertleşmesi
ve arada vücûdlarının ısısını engelleyecek bir perdenin bulunmaması hâlinde erkeğin abdesti bozulur.
Kadın ise, erkeğiyle yanyana gelip, tenasül organının onunki ile üst üste gelmesi hâlinde abdesti
bozulur. İki kadın çıplak olarak birbirlerine sarılıp bitişirler ve cinsel organları da birbirine temas
ederse abdestleri bozulur. Hamamlarda olduğu gibi iki erkek, kalabalıktan ötürü çıplak olarak yanyana
gelip bitişecek olurlarsa, dokunanın penisi sertleşmedikçe abdestleri bozulmaz.
Böylece Hanefîlerin bu hükümde diğer İmamlardan ayrı görüşe sâhib oldukları öğrenilmiş oldu.
Mâlîkîler abdestin bozulmasını, lezzet kasdına veya lezzet duyma şartına bağladılar. Şehvetsiz ihtiyar
kadını ellemekle abdestin bozulmayacağını söyleyerek de, bozulur diyen Şafiî ve Hanbelîlere muhalefet etmiş oldular. Güzel ve tüysüz delikanlıları ellemekle abdestin bozulmayacağını söyleyerek
Hanefîler, Mâlikîlere muhalefet ettiler. Hanbelîlerle Şâfiîler de bozulmaz dediler. Dokunulan çıplak
olmadıkça ve üzerindeki örtüsü de ince ve hafif olmadıkça dokunmanın abdesti bozmayacağını
söyleyerek bazı şartlarla diğer mezheplerle görüş birliği yaptılar. Ancak Malikiler dediler ki:
Dokunulan, elbisesini giyinikse ve abdestli biri de onun vücûdunu eliyle tutacak olursa abdesti bozulur.
Kadının saçını tutmada ihtilâfa düşmüşlerdir. Mâlikîler derler ki: Erkek, kadının saçma lezzet kasdiyle
dokunur veya lezzet kasdiyle olmaksızın dokunur da lezzet duyarsa abdesti bozulur. Çünkü saçların
lezzet verdikleri tartışma götürmez bir şekilde kesindir. Ama kadınlar, kendi saçlarıyla erkeklere
dokunacak olurlarsa kendilerinin abdestleri bozulmaz. Çünkü onlar, bundan bir şey hissetmezler.
Hanbelî ve Şâfiîlerse, saça dokunmanın abdesti bozmayacağı görüşündedirler.
3. Önden ve arkadan çıkan şeyler gibi abdesti bozan şeylerin üçüncüsü ellemektir. Kişi, eliyle ya kendi
vücûduna veya başkasının vücûduna dokunur. Başkasının vücûduna dokunmakla ilgili hükümler geçen
bölümde anlatıldı. Kişinin kendi vücûdunu ellemesine gelince, bundan lezzet duyacağı alışılmış bir
durum değildir. Ama baz; hadîsler, kişinin kendi penisini ellemesinin abdestini bozacağına delâlet
etmektedirler. Diğer bazı hadîslerdeyse, bunu yapmakla abdestin bozulmayacağı ifade edilmektedir.
İşte bu nedenle mezhebler, bu konuda görüş ayrılığına düşmüşlerdir.
Kişinin kendi penisini ellemesiyle abdestinin bozulmayacağı görüşünde olanlar, bazı hadîsleri delil
olarak ileri sürmektedirler. Bunlardan biri İbn Mâce dışındaki diğer Sünen sahiplerinin rivayet etmiş
olduğu şu hadîs-i şerîftir:
Rasûlullah (s.a.s.) namazdayken penisini elleyen bir erkeğin durumu hakkında sorulduğunda şu cevabı
vermiştir:
“O, senin vücudundaki bir parça etten başka bir şey değildir.” 63
İbn Hibban da bu hadîsi. Sahîh’inde rivayet etmiştir. Tirmizî ise, “Bu mevzuda rivayet edilen en güzel
hadîs budur” demiştir.
Penisi ellemek abdesti bozar diyenler de birçok hadîs-i şerîfi delîl olarak ileri sürmektedirler. Ki
bunlardan biri şu hadîs-i şeriftir:
“Kim penisini ellerse abdest alsın.” 64
Üç mezheb İmamı, penisi ellemenin abdesti bozacağı hususunda görüş birliği etmişlerdir. Hanefîlerse
bu hususta onlara muhalefet etmişlerdir. Bu mezhebe göre, penisi ellemekten ötürü abdest bozulmaz.
Hanefîlerin bu konudaki detaylı görüşleri aşağıda anlatılmıştır.
Hanefiler dediler ki: Avuç içiyle de olsa, parmakların iç taraflarıyla da olsa, şehvetle de olsa penisi
ellemek abdesti bozmaz. Zîrâ bedevîvâri birisi Rasûlüllah (s.a.s.) a gelerek
“Ya Rasûlallah! Namazdayken penisini elleyen bir adamın durumu hakkında ne dersin?” diye sormuştu
da Rasûlüllah, kendisine şu cevâbı vermişti:
“O, senin vücûdundan bir parça veya etten bir parçadır.” 65
Yine de penisi elleyen birinin, âlimlerin ihtilâfından kurtulmak için abdest alması müstehab olur.
Çünkü ittifaklara uyularak yapılan ibâdet, ihtilâflara kaçılarak yapılan ibâdetten daha hayırlıdır. Ama
ittifaklara uyayım derken, kişinin kendi mezhebine göre mekruh davranışlarda bulunmaması da şarttır.
Bu anlatılanlar bir tarafa, Rasûlüllah (s.a.s.) in:
“Kim penisini ellerse abdest alsın” mealindeki buyruğunda geçen abdest kelimesini Hanefîler, lügat
manâsında kabul etmişlerdir. Ki bu da ellerin yıkanması demektir. Penisini ellemiş olan bir kişi, namaz
kılmak istediğinde mendûben ellerini yıkamalıdır.
Kişi, vücûdunun herhangi bir yerini, hatta mak’adındaki deliğin etrafını bile elleyecek olursa abdesti
bozulmaz. Kadın da elini, kendi tenasül organına değdirecek olursa abdesti bozulmaz. Ancak
parmağını veya iğne uçu gibi bir şeyi vaginaya sokarsa bu durumda abdesti bozulur. Çünkü bu durumda sanki içeriye bir şey girip kaybolmuş olmaktadır. Parmağının sadece bir kısmını sokar da
parmak görünmeyecek şekilde olmazsa, ama geri çekerken parmağında ıslaklık ve koku olursa abdesti
bozulur. Aksi takdirde bozulmaz. Aynı şekilde kadın, parmağını veya bir parça pamuğu vaginasının
önüne koyar da pamuk veya parmak ıslanacak olursa abdesti bozulur. Aksi takdirde bozulmaz.
Malikiler dediler ki: Penisi ellemekten ötürü ancak bazı şartların gerçekleşmesi hâlinde abdest
bozulur:
1. Kişi kendi penisini ellerse abdesti bozulur. Başkasının penisini ellerse, başkasına dokunma
hükümleri cereyan eder.
2. Kendi penisini elleyen baliğ ise abdesti bozulur. Erselik dahî kendi penisini ellediğinde abdesti
bozulur. Çocuk, kendi penisini ellediği takdirde abdesti bozulmaz.
3. Ellerken arada bir örtü veya engel bulunmazsa abdesti bozulur.
4. Avuç içi veya elin yan tarafları veya parmakların alt ve yan kısımları veya baş taraflarıyla penisi
63 Tirmîzî, Taharet. 118; Nesâî, Taharet, 62.
64 Ebû Dâvûd, Taharet, 69; Nesâî, Taharet, 118.
65 Tirmîzî, Taharet, Bâb: 62.
ellerse abdesti bozulur. Diğer parmaklardan farksız olan duyma ve görmede onlar gibi olan fazla
parmakla da penis ellenecek olursa abdest yine bozulur. Ama baldır veya kol, penise değecek olursa
abdest bozulmaz. Bir ağaç dalıyla penise dokunulursa veya arada bir perde bulunmakla penis ellenecek
olursa abdest yine bozulmaz.
Yukarıdaki şartların gerçekleşmesi hâlinde lezzet alınsın alınmasın, kasıtla olsun, unutarak olsun, penis
ellendiği takdirde abdest bozulur. Bir kadının kendi tenasül organını ellemesiyle abdesti bozulmaz.
Parmağını soksa ve bundan zevk alsa bile durum değişmez. Kişinin mak’ad mahallini ellemesi veya
zaruret olmadan yapılması haram bile olsa parmağını bu deliğe sokmasıyla abdesti bozulmaz. Penis
kesilmiş olsa, kesildiği yeri ellemek, teslisleri ve kasık bölgesini ellemek, yapana lezzet vermiş olsa
bile abdesti bozmaz. Başkalarının mak’ad deliğini veya vaginasını ellemek halinde, başkasına dokunma
hükümleri geçerli olur. Bununla ilgili hükümler, önceki bahiste anlatılmıştır.
Şafiiler dediler ki: Vücûda bitişik veya vücûdtan ayrılıp da henüz parçalanmamış olan penisi
ellemekle abdest bozulur. Her ne kadar vücûdtan ayrıldıktan sonra penis ismini yitirirse de ellemekle
abdest bozulur. Penisin kesildiği yeri ellemek de bazı şartlarla abdesti bozar:
1. Arada perde ve benzeri bir engel bulunmazsa.
2. Elleme, avuç içi veya parmakların alt kısımlanyla yapılırsa. Avuç içiyle parmakların alt kısımlarının
sınırı, avuç ve parmaklar üst üste geldiğinde görünmeyen kısımlardır. Elin ve parmakların aralarıyla ve
yan taraflarıyla penis ellendiğinde abdest bozulmaz.
Hanbelîler: Bunlar da Şâfiîler gibi, penisin kişiye ait olmasını şart koşmazlar. Başkasının penisini
ellemenin de kişinin kendi penisini ellemesi hükmünde olacağı düşüncesindedirler. Bu nedenle
demişlerdir ki: Kişi, gerek kendi penisini gerek başkasının penisini ellerse; ellediği penis küçük bir
çocuğun veya bir ölünün penisi olsa bile abdesti bozulur. Penisi ellenenin değil de penisi elleyenin
abdesti bozulur. Kadın, kendi vaginasını elleyince abdesti bozulacağı gibi başka birisi de elleyecek
olursa elleyenin de abdesti bozulur. Mak’ad deliğini ellemek de vaginayi ellemenin hükmüne tâbidir.
Ama testisleri ve kasık bölgesini ellemekle abdest bozulmaz.
Ön ve arka dışında vücûdun herhangi bir yerinden çıkan necaset, çok olduğu takdirde abdesti bozar.
Çokluk ve azlık, kişinin bünyesinin kuvvet veya dermansızlığı ile şişmanlık veya zayıfliğıyla ölçülür.
Meselâ zayıf birinden kan akarsa bu kan, onun bünyesine göre çok görülürse abdesti bozulur. Çok
görülmezse abdesti bozulmaz. Kusmak da bu hükme tâbidir.
4. Ön ve arkadan çıkmadığı halde abdesti bozan şeylerin dördüncüsü, çıbandan veya yaradan çıkan irin
ve kandır. Ki bunlar necis olup abdest bozucudurlar. İrtidâttan dolayı da abdest bozulur. Dinden çıkan
bir kişi eğer abdestli ise abdesti bozulur. Şiddetli derecede gazaplanan câhiller, çoğu kez dîne söverek
bu duruma düşmektedirler. Bunlar küfrü gerektirici sözleri hiç aldırmaksızın sarfetmekte, sonra da
pişman olmaktadırlar. Bunlar bu fiili işlerken şayet abdestli iseler abdestleri bozulur. En aşağılık irtidât
cerîmelerinin sâlih amelleri boşa savurup heba edeceği bilinirse, insanlar kendilerine hâkim olup bu
vartaya düşmekten kurtulurlar. Ve hiçbir yararı olmayan, tersine birçok zararlara sebeb olan bu
kelimeleri söylememek için dillerini tutarlar.
Hanefîler: İrtidâttan dolayı kişinin her ne kadar işlemiş olduğu sâlih ameller boşa gitse de ve mâlî
tasarruf yetkisi elinden alınsa da abdestinin bozulmayacağı görüşündedirler.
Şâfiîler: İrtidat eden kişi, eğer sidik akıntısı özründen salim ise abdesti bozulmaz, ama salim değilse,
temizliği zayıf olduğundan ötürü abdesti bozulur.
Hanefiler dediler ki: Namazda kahkahayla gülmek abdesti bozar. Bu hususta birçok hadîsler mevcûd
olup, bunlardan TaberânFnin Ebû Musa’dan rivayet etmiş olduğu hadîsi örnek olarak gösterebiliriz:
“Rasûlullah (s.a.s.), bir ara halka namaz kıldırıyordu. Gözleri arızalı bir adam içeri girdi. Mesciddeki
çukura ayağı kayıp düşünce de orada namazda bulunanların çoğu kendisine güldüler. Bunun üzerine
Resülüllah (s.a.s.), namazdayken gülenlerin abdestlerini ve namazlarını yenilemelerini emretti. 66
Namazda kahkahayla gülmek, deve eti yemek ve ölü yıkamak abdest bozmaz. Hades hâlinden şüphe
etmekle abdest bozulmaz. Bunun da iki şekli vardır:
66 Ebû Dâvûd, Taharet, Bâb: 66; Salât, Bâb: 99; İbn Mâce, Taharet, Bâb: 139.
1. Kişi, abdest aldığını kesin olarak bilecek. Ancak abdest aldıktan sonra hades hâlinin vuku bulup
bulmadığı hususunda şüphe ederse bu şüpheden ötürü abdesti bozulmaz. Çünkü bu kişi, abdestten
sonra hadesin vukûbulup bulmadığından şüphe etmektedir. Şüphe ise tahareti gidermez.
2. Kişi, abdest aldığını da, kendisinden hades hâlinin vukû bulduğunu da kesin olarak bilecek. Ancak
hades hâlinin vukuundan önce mi sonra mı abdest aldığı hususunda şüpheye düşecek olursa, bu
durumda iki şekille karşılaşılacaktır:
a. Bu kişi şüphelenmekte olduğu ve hangisinin daha önce vukû bulduğunu bilmediği abdestten ve
hadesten önceki durumunu hatırlamaya çalışacaktır. Eğer abdesfen önce hades hâlinin vukû bulduğunu
hatırlayacak olursa abdesti var sayılır. Çünkü hatırladığından ötürü birinci hades hâlinden sonra abdest
almış olduğu hususu sabit olmaktadır.
Kahkaha; kişinin yanmdakilerinin işiteceği kadar yüksek sesle -uzun sürmese bile- gülmesidir. Bu
gülüş, abdesti bozar. Ama sadece kendisinin işitebileceği kadar bir sesle namazdayken gülmesi hâlinde
yalnız namazı bozulur. Abdesti bozulmaz. Namaz kılan baliğ ise, kadın olsun erkek olsun, kasıtlı olsun
unutmuş olsun kahkahayla gülecek olursa (hem namazı hem de) abdesti bozulur. Yok eğer çocuksa
bozulmaz. Ayrıca kahkahayla gülmek, secdeli ve rükû’lu namazlarda vekûbulursa bu saydığımız
hükümler söz konusu olur. Diyelim ki tilâvet secdesini edâ etmekte olan biri kahkahayla gülecek olursa
sadece secdesi bozulur. Abdesti bozulmaz. Namazını bitirmek üzere olan birisi, selâm yerine
kahkahayla gülecek olursa abdesti bozulur. Namazı sahîh olur. Hanefîlere göre selâmdan başka
şeylerle de namazdan çıkılabilir. Ancak selâm yerine kahkahayla gülen, Allah’a yalvaracağına terbiyesizlik etmiş ve vâcib olan selâmı terk etmiştir.
Hanbelîler: Deve etini yemekten ve ölüyü yıkamaktan ötürü abdest bozulur demişlerdir.
Malikiler dediler ki: Hades veya hadese sebeb hâllerin vukû bulduğundan şüphe edilince abdest
bozulur. Meselâ bir şahıs, abdest aldıktan sonra yellenmekten veya penisini ellemekten dolayı abdesti
bozulduktan sonra abdest alıp almadığından veya abdest ile hades hâlinin hangisinin daha önce
vukûbulduğundan şüphe edecek olursa abdesti bozulur. Çünkü berâet-i zimmet ancak yakîn ile hâsıl
olur. Yani zimmetten kurtulmak, ancak kesin hükümlerle mümkün olur. Şüphedeki adamda ise
yakînden eser yoktur.
Hadesli bir kişi abdest alarak hades hâlini ortadan kaldırdıktan sonra ikinci kez kendisinde hades
hâlinin vukûbulup bulmadığından şüphe edecek olursa ne yapmalıdır? Yalnız Hanefîlere göre
şüphenin, yakîne zararı olmayacağını hatırlatmakta da fayda vardır. Evet, durumu belirtilen kişi için bir
örnek vermeye çalışalım: Bir kişi öğleden sonra abdest aldığını kesin olarak bildiği gibi, öğleden sonra
da kendisinde hades hâlinin vukûbulduğunu kesin olarak biliyor. Ancak hadesin önce vukûbulup
abdes-ti sonra aldığı (ve dolayısıyla abdestli olduğujnu kestiremediği gibi; abdesti önce alıp hadesin
sonra vukû bulduğu (ve dolayısıyla abdestsiz olduğu)nu kestirememektedir. Bu durumda öğleden
önceki durumunu değerlendirecektir. Şöyle ki: Eğer öğleden önce abdestsiz idiyse, öğleden sonra
abdestli sayılır. Çünkü bu kişinin hades hâlinin öğleden önce vukû-bulduğuna ve abdestini de öğleden
sonra aldığına kesin olarak kanaat getirilmiş olur. Öğleden sonra vukû bulan ikinci hades hâlinin
abdestten önce mi, sonra mı vukûbulduğu hususunda şüpheye düşecek olursa abdestli sayılır. Çünkü
şüphe ile abdest bozulmaz.
b. Kişi eğer öğleden önce abdestli olduğunu, sonra yine abdest aldığını ve hades hâlinin
vukûbulduğunu hatırlayacak olursa bu durumda birkaç şekil ortaya çıkmaktadır. Şöyle ki:
Eğer abdest yenilemek, âdeti ise fecirden sonra kesin abdestsiz olduğuna hükmedilir. Çünkü fecirden
önce abdestli olduğu kesinlikle bilinmektedir. Bundan sonra da abdest yenilemiş ve de hades hâli vukû
bulmuştur.
Hanbeliler dediler ki: Abdest tazelemek itiyadında olsa bile bu kişi, önceki hâlinin tersine göre amel
eder. Yani önce abdestsiz ise abdestli olduğuna; abdestli ise abdestsiz olduğuna itibâr edilir.
Ancak kendisi, bunlardan hangisinin daha önce, hangisinin daha sonra olduğunu bilememektedir. Bu
şüphe, abdesti bozacak bir şüphe olarak kabul edilmez. Çünkü daha önce birinci abdesti aldığı kesin,
hades hâlinin vukuu da kesindir. İkinci abdesti ise, kendisinden sonra hades vukûbulan birinci abdesti
yenilemek İçin aldığı kabul edilir. Böylece de ikinci abdesti, vukuu kesin olan hades hâlini ortadan
kaldırmak için almadığı anlaşılmış olur.
Eğer abdest yenilemek âdeti değilse, abdestli sayılır..Çünkü ikinci abdest, şüpheli olan hades hâlini
ortadan kaldırmış olmaktadır. Bütün bu anlatılanlar, abdestin tamamlanmasından sonra akla
gelebilecek olan şüphelerle İlgilidir. Ama abdest esnasında, bir organı yıkayıp yıkamadığında şüpheye
düşecek ulursa şüphelendiği organı yeniden yıkar.
Gayet açık olarak bilinmektedir ki biz, bu ilmî incelikleri, ilim talebelerine faydalı olur ümidiyle
burada anlatmaktayız. Avam tabakasına mensub kimselerin, zorunluluk olmadıkça bu incelikleri
bilmelerine gerek yoktur. Meselâ bir kişi, suyun kıt olduğu bir yerde olur, yaşlılık, zayıflık ve soğuktan
ötürü abdesti iade etmesi zorlaşır ve teyemmüm etmesi de mubah olmaz bir durumdaysa, bu
anlattığımız inceliklerden haberdar olmalıdır. Âlimler, toplumun bir kısmının veya tümünün
yararlanacağını hesaba katarak dînî hükümlerden her hangi birini açıklamaktan geri durmazlar.67